SON yıllarda yabancı yatırımcıların gelişmekte olan ülkelerin sermaye piyasalarındaki faaliyetleri baş döndürücü bir hızda arttı. Bu artışın olumlu tarafları olduğu kadar olumsuz tarafları da var.
Gelişmekte olan ülkelerde sermaye piyasaları genellikle küçüktür. Çünkü, bu ülkelerde parasallaşma tam olarak yaygınlaşmamıştır. Kurumsallaşma tamamlanmamıştır. Denetleme ve düzenleme mevzuatı yetersizdir. Sermaye piyasaları spekülatörlerin çoğunlukta olduğu oyun alanları haline gelmiştir. Yerli kurumsal yatırımcılar azınlıktadır. Genelde, mali piyasaların itibar sorunu vardır.
Bu yapıdaki sermaye piyasalarına temelde spekülatif eğilimli yabancı yatırımcıların girmesi piyasa hacmini artırdığı gibi, piyasaların derinleşmesine ve yaygınlaşmasına da neden olmaktadır.
Dolayısıyla, bu piyasalardan borçlanan devletler daha derin bir piyasada risk-beklenen getiri ilişkisinin sığ piyasalara göre çok daha iyi oluşmuş, daha derin piyasalarda borçlanma olanağına kavuşmaktadırlar. Bu açıdan, yabancı yatırımcıların yerli bono piyasalarındaki faaliyetleri gelişmekte olan ülkeler açısından önemli yararlar sağlamaktadırlar.
BAĞIMLILIK
Yabancı yatırımcıların yoğun olarak işlem yaptığı bu piyasalar doğal olarak yabancıların beklentilerine endeksli hale gelmektedir. Beklentileri paralelinde hareket eden yabancı yatırımcılar yalnızca bir ülke aldıkları risklerini değil, gelişmekte olan ülkelerdeki toplam risklerini düşünerek hareket etmektedir. Dolayısıyla, her hangi bir ya da iki ülkede beklentileri tersine çevrildiğinde, o bir ya da iki ülkede değil, belki tüm gelişmekte olan ülkelerdeki risklerini azaltma kararı alabiliyorlar. Böylece, gelişmekte olan ülkelerin piyasaları birbirlerine endeksli hale gelebiliyor. Bu, küreselleşmenin doğal bir sonucu gibi düşünülüyor. Küreselleşmeden çok, bu, spekülatif davranış tarzının doğal sonucudur.
Yabancı yatırımcılar bir şekilde gelişmekte olan piyasalardaki risklerini azaltma kararı aldıklarında, o ülkelerde kurlar sıçrıyor, faizler artıyor, kısacası, mali piyasalar bir süre sonra reel sektöre de sıçrayan çalkantılar yaşayabiliyor. Makro ekonomik durumu sağlam ülkelerde dahi bu çeşit çalkantılar söz konusu olabiliyor. Sonuçta, küreselleşen piyasalarda, yalnızca bizim doğru politikalar uygulamamız yetmiyor, yabancı yatırımcıların portföyünde bulunan diğer gelişmekte olan ülkelerin de aynı "doğru" politikaları uygulamaları gerekiyor. Bir grup olarak yabancı yatırımcıları memnun etmek oyunun kuralı haline geliyor.
RİSK İDARESİNİN ÖNEMİ
Son yıllarda yabancıların gelişmekte olan ülkelerdeki yerli para üzerinden yaptıkları sermaye piyasası işi gelişmekte olan ülkelerdeki toplam yatırımlarının yüzde 50’sine vardı. 1994 yılında bu oran ancak yüzde 20 civarındaydı. Yabancılar likiditesi yüksek (çabuk çıkabilme olasılığı fazla) piyasalara ilgi gösteriyorlar. Bu piyasalar içinde Brezilya, Macaristan, Meksika, Polonya ve Türkiye başta geliyor.
2005 yılında Polonya ve Türkiye’ye giden borç yaratan toplam yabancı mali sermayenin dörtte biri yerli para cinsinden olan yatırım araçları yoluyla oldu. Piyasadaki toplam devlet tahvillerinin yabancı yatırımcılar elinde bulunan kısmı Brezilya’da yüzde 4 gibi çok küçükken, Macaristan’da yüzde 27 civarına geldi. Bu oranın Türkiye’de yüzde 20 civarında olduğu hesaplanıyor.
Yabancı yatırımcılar ister gelişmekte olan ülkelerdeki ekonomik şartların kalıcı bir biçimde olumlu olduğunu düşünsünler, ister daha fazla risk alarak getirilerini artırma telaşında olsunlar, sonuçta, yatırımlarını bizim ülkelerde azaltma kararı aldıklarında, çok ciddi sorunlarla karşılaşma olasılığımız çok fazladır. Dolayısıyla, yabancı yatırımcılar yatırımlarını yönlendirmede kendi risk idaresini yaparken, bizim gibi ülkelerde makro ekonomik alanda kendi risk idarelerini yapmak zorundadırlar.
Bu konu Türkiye’de henüz yeterince anlaşılmamış görünüyor.