EKONOMİK büyümenin kesintisiz devam etmesi Türkiye’ye döviz girişinin kesintisiz devam etmesine bağlıdır.
Çoğunlukla borçlanarak döviz girişi sağladığımızdan, bu süreçte faizlerin yüksek kalması ve Türk Lirası’nın reel olarak değerlenmesi normal karşılanmalıdır.
Borçlanmadan yüksek döviz açıkları verip sürdürülebilir bir büyüme ancak yüksek oranda yabancı sabit sermaye yatırımları çekildiğinde gerçekleştirilebilir. Örneğin, Başbakan’ın dediği gibi, Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakereleri başlar başlamaz şimdiye kadar hiç görmediğimiz boyutta yabancı sabit sermaye yatırımları Türkiye’ye akmaya başlarsa, ekonomik büyüme yüksek cari işlemler açığına rağmen sürdürülebilir olabilir.
Reel faizlerin bu denli yüksek kalması gerekmez. Ama, döviz kurları düşmeye devam eder. İç talepteki genişleme enflasyonla mücadeleyi tehdit etmeye devam eder.
FAİZ RİSKLERİ
Ekonomik büyümenin frenlenmesinin bir yolu Merkez Bankası’nın faizleri artırarak ekonomideki genel faiz düzeyini yükseltmesidir. Bu yolla, kredi maliyetleri yükseleceğinden, yatırım ve tüketim büyümesi azalacaktır. Yani, iç talep büyümesi frenlenmiş olacaktır.
İç talepteki büyümeyi yavaşlatarak enflasyonla mücadelenin bir yolu budur. Ama, bu yolun iki önemli riski vardır. Birincisi, iç taleple faizler arasındaki ilişkinin boyutu henüz çok iyi bilinmemektedir. Her ne kadar faizlerle iç talep arasında eskiye göre daha yakın bir ilişki olduğu yönünde bazı işaretler varsa da, yaşadığımız yeni ortamda, bu ilişkinin boyutu konusundaki bilgilerimiz çok kesin değildir. Dolayısıyla, Merkez Bankası’nın faizleri 1-2 puan artırması iç talep açısından fazla bir şeyi değiştirmeyebilir.
İkinci risk, Merkez Bankası’nın faiz artırımının beklentileri tahminlerin de ötesinde bozmasıdır. Faizlerin artmasıyla kamu kesiminin borçlarını nasıl çevirebileceği yönünde oluşabilecek olumsuz beklentiler iç talebi yavaşlatmakla kalmayıp ekonomide ‘yumuşak iniş’ yerine ‘sert bir çakılma’ söz konusu olabilir.
Çeşitli nedenlerle faiz artışının beklentileri bozmayıp her şeyin güllük gülistanlık olduğu bir ortamda ise, faiz artışının iç talep büyümesini frenlemesi söz konusu olmayabilir. Gereksiz yere, bir çalkantı, ya da en azından kamu sektörünün borçlanma maliyetinin artırılması gerçekleşmiş olur.
MALİYE POLİTİKASI
O halde, para politikası yoluyla iç talep büyümesini yavaşlatmaya çalışmak faydadan çok zarar getirebilecek bir strateji olabilir. Kaldı ki, faiz artırımı karşısında ileriye dönük olumlu beklentilerini değiştirmeyen bir piyasada döviz kurlarının daha da düşmesi söz konusu olabilecektir. Kısacası, para politikasının riskleri vardır.
Bir diğer seçenek maliye politikaları yoluyla iç talep büyümesini kontrol etmektir. İç talep büyümesi ve cari işlemler açığının bu boyutlara gelmesinin doğrudan nedeni özel sektörün tasarruf fazlasını azaltmasıdır. Yani, özel sektör geçmişe göre daha az tasarruf etmektedir. Tüketime ağırlık vermiştir.
O halde, ekonomide bunu dengeleyecek tek unsur kamu sektörünün tasarruflarını artırmasıdır. Kamu sektörünün zaten tasarruf açığı vardır. Kamu sektörü tasarruf açığını azaltıp özel sektörün daha az tasarruf yapmasını dengelemek zorundadır.