TÜRKİYE ekonomisi tahminlerin ötesinde olumlu bir performans gösterdi. Bu performansa bakılarak ekonomide ihmal edilen bazı önemli noktalar fazla ortaya çıkarılmadı.
2003 yılı iktisadi alanda yapısal reformlar konusunda fazla ilerleme sağlanamadan bitti.
2002 yılının ikinci yarısından itibaren IMF Türkiye'nin gerçekleştirmesi gereken yapısal reformların bekçiliğini bir anlamda Dünya Bankası'na bıraktı. Türkiye de Dünya Bankası'na 'siz bizi aramayın, biz sizi ararız' dedi. Konu ortada kaldı. Şimdiye kadar da IMF bu konularda fazla ısrarcı olmadı.
Sosyal güvenlik reformu tam bir belirsizlik içinde. Buna karşılık, sistemin açığı giderek büyüyor. Yalnızca sosyal güvenlik sisteminin açıkları milli gelirimizin yüzde 5'ine dayandı. Bütçedeki faiz dışı harcamaların yüzde 20'si sosyal güvenlik sisteminin sübvansiyonuna gidiyor. Resim korkutucu.
Tarım kesiminin fiyat yoluyla değil de, doğrudan gelirler yoluyla desteklenmesi projesi öngörülen hızda gitmiyor. Desteklemede eski alışkanlıklar devam ediyor. Gübre ve mazot gibi girdileri çiftçiye ucuza verdiğimizde, tarımın desteklendiği sanılıyor. Geçmişte denenip de çalışmadığı görülen sübvansiyon mekanizmaları yeniden devreye sokuluyor.
Geçen yılın başında özelleştirmeden 2003 yılında 4 milyar dolar gelir elde edileceğinin programı yapılmıştı. Ancak birkaç yüz milyon dolar gelir elde edildi. Piyasalar 2000-2002 yılları arasında olduğu gibi kötü de değildi. Gerçekten özelleştirme yapmaya niyetimiz olup olmadığı konusunda 2003 yılında oluştu.
Nedeni ne olursa olsun, yapısal reformlar savsaklanmaktadır. 'İşler iyi, bizi fazla zorlamayın' denmektedir. Ama, işlerin iyi olmasının, yapısal reformların gecikmesi ya da yapılamaması durumunda, geçici olabileceği aşikardır. IMF de bu gerçeği görmektedir.
Bu ay içinde, IMF, başlayıp da daha tamamlanmayan gözden geçirme için yeniden gelecek. Bu kez, yapısal reformlar tartışmalarda öne çıkacaktır. İşlerin iyi gitmesi yapısal reformların savsaklanması için bir bahane olmaktan çıkacaktır.
Gözden geçirmelerde son bir yıldır alıştığımız hükümet ve IMF arasındaki yumuşaklığı biraz sertliğe bırakabilecektir. Daha da önemlisi, yapısal reformları savsaklamakla, hükümet, 2004 yılı sonrası göreli olarak IMF ile daha yumuşak olabilecek bir ilişki kurma şansını yitirmektedir.
Koşuda engeller var
MAKRO ekonomik alanda sağlanan başarıların arkasında temel dengeleri değiştirme yönünde yapılanlardan çok, beklentilerin iyi idare edilmesi ve Merkez Bankası'nın politikalarının zaman içinde göreli tutuculuğu ve inandırıcılığı vardı. Merkez Bankası olumlu gidişatın nedenlerini sıralarken hep başkalarına kredi verdi. Bilerek kendini ihmal etti. Ama, Merkez Bankası'nın tutumu elde edilen başarıda ihmal edilmeyecek boyuttadır.
Merkez Bankası'nın yapabilecekleri elbette sınırlıdır. Makro ekonomik başarı, en azından tek haneli enflasyonun kalıcı olarak tesis edilmesine kadar, kamu finansmanındaki kalıcı iyileşmeyle olacaktır. Beklentilerle oluşan başarılı tablo yine beklentilerin bozulmasıyla çok çabuk değişebilecektir.
'Türkiye ekonomisinin eskiye göre kırılganlığı azaldı' gibi söylemler gerçeği çok yansıtmamaktadır. Beklentilerin aniden kötüleşmesiyle Türkiye ekonomisi yeniden çok kırılgan bir noktaya savrulabilecek bir yapıdadır. Kırılganlığı yaratan en önemli unsur mali sistemin yüzde 50'sinin hala döviz cinsinden olmasıdır. Kurlarının seyri bu anlamda çok önemli olmaktadır.
Türkiye'de en fazla döviz riski içinde yaşayan ekonomik aktör devlettir. Kurların fırlaması halinde, ilk darbeyi alacak, döviz cinsi borçları nedeniyle, Hazine'dir. Yani, kamu finansmanının kalıcı olarak düzelmesi devletin almış olduğu döviz riskinden tedricen kurtulmasına bağlıdır.
Daha önceki deneyimlerimizden de bildiğimiz gibi, beklentilerin değişmesinin ilk yansıması döviz kurları üzerine olmaktadır. Faizler göreli olarak daha yumuşak tepki vermektedirler. Beklentiler iyileştiğinde, reel ekonominin arzularının ötesinde kurlar düşmektedir. Beklentiler bozulduğunda, mali dengeleri tehdit edecek boyutta kurlar yükselmektedir. Dolaylı olarak, reel sektör yine olumsuz şartlara sürüklenmektedir. Dolayısıyla, makro ekonomik istikrar kurlardaki istikrardan geçmektedir. Kurların istikrarı bugünkü dengelere göre değil, geleceğe yönelik beklentilere göre şekillenmektedir. Bu konuda Türkiye'nin önündeki en büyük soru Avrupa Birliği ile ilişkiler ve dolayısıyla Kıbrıs görüşmelerinin (henüz dereyi görmeden paçaları sıvamayalım) sonucudur. Bu iki olay da, farklı boyutlarda, Türkiye ekonomisindeki istikrarın geleceğini tespit edebilecek boyuttadırlar.
Ekonomi dışında, siyasi gelişmelerin yarattığı risklerin olası tahribatını azaltabilecek tek seçeneğin ekonomide kararlı bir biçimde yapısal reformların hayata geçirilmesi olarak görülmektedir. Ancak, bu taktirde, Türkiye ekonomisinin olası kırılganlığı asgaride tutulabilecektir.
Harcama-gelir ikilemi
BU yılın başında kamu sektörünün üstlendiği ek maliyetlere paralel olarak ek önlemler yoluyla artan harcamaların olumsuz etkilerini yok etmek gerekiyor. Artan harcamalar başka kalemlerdeki harcamaları kısarak mı, yoksa ek gelirler yaratarak mı finanse edilmelidir?
Yeni gelirler yaratmak ya vergilerin artırılması yoluyla ya da maliyeti artan kamu kurumlarının sattığı ürünlerin fiyatını artırmak yoluyla olacaktır. İki yol da devleti büyüten uygulamalardır. İkisi de ekonomideki göreli fiyatları değiştiren ve enflasyon rakamlarına olumsuz yansıyacak yaklaşımlardır.
Merkez Bankası bu nedenle gelir artırıcı yöntemlerden çok, harcamaları kısıcı önlemlere ağırlık verilmesi taraftarıdır. Harcamaların kısılması harcamalar arasında farklı bir tahsis anlamına geldiğinden, fiyatlara olumsuz etkisi olmayacaktır. Ama, sorunun çözümü o kadar da basit değildir.
Harcamaları kısma programları genellikle afaki olmaktadırlar. Her yılın başında bütçede Meclis tarafından verilen ödeneklerden hükümet tarafından kesintiler yapılır. Bu kez bu uygulama Meclis tarafından yapıldı. Yine de, uygulamada bu yaklaşımın çok fazla önemi yoktur. Çünkü, sonbahar aylarına gelindiğinde, kesintili bütçe içinde kalamayan hükümet ödeneklerdeki kesintileri serbest bırakır. Yetmediyse, Meclis'ten ek ödenek istenir. Bu kez de, Meclis tarafından ödeneklerdeki yüzde 10'luk kesintiler ek ödenek yoluyla yılın ikinci yarısında geri verilebilir. Artık, bütçede esneklik kalmamıştır. Afaki kesinti kararlarıyla harcamaları bir çok alanda kontrol etmek mümkün değildir.
Bu açıdan bakıldığında, gelirleri artırıcı önlemler daha gerçekçi ve inandırıcı olmaktadırlar. Sonuçta, ek maliyetler nedeniyle zarar edecek kuruluşlar borçlanma ihtiyaçlarını artıracaklardır. Fiyatlarını artırmadıkları için kısa dönemde enflasyon rakamları üzerinde olumsuz etkiler yaratmasalar da, orta dönemde artan borçlanma ihtiyaçları nedeniyle enflasyona olumsuz etki yapacaklardır.
Sorun, kısa veya orta vade seçeneğidir. Şimdiye kadar kısa vade çözümleri orta vadeli çözümlere tercih ettik. Sürdürülebilir bir istikrarı ve büyümeyi sağlayamadık. Sürdürülebilir bir büyüme ve ekonomik istikrar için artık orta vadeli çözümleri de öne çıkartmak zorundayız.
Dolayısıyla, artan ek maliyetler, kısa vadede devletin daha da fazla büyümesi pahasına da olsa, artan gelirlerle karşılanmalıdır. Bugün kısa vadeli sorunu çözelim derken orta vadede çok daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalabiliriz.