TÜRKİYE ekonomisinde büyümenin motoru yurt dışından döviz girişidir.
Ekonomi dışa kapalı olduğu 1980 öncesi dönemde de, dışa açıldığı 1980 sonrası dönemde de durum hep aynı olmuştur. Döviz girdiğinde ekonomi canlanır, döviz girmediğinde ya da çıktığında ekonomik kriz yaşanır.
Doğru dürüst yabancı sabit sermaye yatırımı gelmediğinden, yurt dışından daha fazla borçlanabildiğimiz dönemlerde ekonomik büyüme rekorlar kırmıştır. Yurt dışından borçlanamadığımız ve aldığımız borçları net bazda geri ödemek durumunda kaldığımızda da ekonomi küçülmek zorunda kalmıştır. Geçmişte de bu böyleydi, şimdi de aynı.
1980 öncesinde devletin borçlanıp elde ettiği dövizleri özel sektöre satması söz konusuydu. 1980 sonrası dönemde özel sektör de borçlanabildiğinden, devletin kendi ihtiyaçları dışında borçlanmasına gerek kalmadı. Ekonomik büyüme ile yurt dışı borçlanma ilişkisi hiç değişmemiştir. Son altı yıllık veriler grafikte gösterilmektedir.
DÖVİZ GİRİŞİ
Ekonominin daha fazla borçlanabilmesi birkaç anlama gelmektedir. Birincisi, yurt dışından bize borç verenlerin de ileriye dönük beklentileri olumlu demektir. Aynı beklenti içeride de oluştuğundan, döviz kurlarındaki istikrarla beraber iç talep artar. İkincisi, yurt dışından daha fazla borçlanma daha fazla ithalat olanağı demektir. Daha fazla ithalatla daha fazla üretim yapmak mümkün olmaktadır.
2001 yılındaki krizden sonra, son üç yıldır ekonominin kesintisiz olarak yılda yüzde 7-8 civarında büyümesinin arkasında da kesintisiz bir biçimde borçlanma olanaklarının açık olması vardır. Geçmişte, Türkiye’nin borçlanma olanakları iki-üç yılda bir sekteye uğradığından, ekonomik büyüme de sekteye uğrardı.
Türkiye hala yurt dışı borçlanma olanakları açık bir ülkedir. Bu olanakları da sonuna kadar kullandığı yönünde bir izlenim vermektedir. Ama, yayınlanan verilere göre, ekonomik büyüme düşmektedir.
RİSK BÜYÜYOR
Grafikten de görüldüğü gibi, Türkiye ekonomisine net sermaye girişi kararlı bir artış içindedir. Buna karşılık 2004 yılının üçüncü çeyreğinden bu yana, yıllık milli gelir büyümesi azalma eğilimine girmiştir. Bir başka ifade ile, ülkeye giren yabancı mali sermayenin ekonomiyi büyütme gücü düşmektedir. İlk kez, eğilimler değişmediği taktirde, döviz girişi olanca hızıyla devam ettiği halde, ekonomik büyümenin uzun dönemli ortalamasının altına geldiğine şahit olacağız.
Benzer bir gelişme ara malları ithalatı ile sanayi üretimindeki artış arasındaki ilişkide de gözlenmektedir. Sanayi üretimindeki artış yavaşladığı halde, ara malları ithalatı artışındaki yavaşlama daha az olmaktadır. Bu iki konu elbette birbirleriyle çok yakından ilgilidir.
İç üretim giderek daha fazla ithal girdilere dayanmaktadır. Dolayısıyla, ithalatın üretime katkı gücü azaldığı gibi, dış borçlanmanın da ekonomik büyümeye katkısı geçmişe göre azalmaktadır. Cari işlemler açığını daha makul sınırlara çekebilmek için, bu eğilimler paralelinde, ekonomik büyümeden eskiye göre daha fazla fedakarlık etmek durumunda kalınacaktır.
Cari işlemler açığı, ekonomik istikrar açısından, geçmişe göre daha büyük bir risk olarak karşımıza çıkmaktadır.