KÜRESELLEŞME hiç kimsenin karşı koyamayacağı bir oluşum olarak karşımızda duruyor.
Küreselleşme süreci üzerindeki aklı başında tartışmalar sürecin durdurulup durdurulamayacağı üzerine değil, süreci yönetmek üzerine yoğunlaşıyor.
Amerikan teknolojisi Çin’deki işçiyle buluşup dünyanın dört bir tarafında tüketilmek üzere mal üretiyor. Çin’de üretilen malı kullanan olarak şikayetlerinizi Hindistan’da telefonun başında oturan birine bildiriyorsunuz. İnternet üzerinden bir Amerikan şirketine ısmarladığınız kitap Almanya’dan postaya veriliyor. Kitabı elinize aldığınızda Tayland’da basıldığını öğreniyorsunuz. Bir Amerikan firmasının ürettiği bilgisayar on farklı ülkede üretilen parçaların bir araya getirilmesiyle oluşuyor.
Japonya’daki bir öğretmenin tasarrufları kendi ülkenizde sizin dahi ismini bilmediğiniz bir şirketin hisse senedinde değerlendiriliyor. Bu durumdan öğretmenin de haberi yok. Haritada Türkiye’nin nerede olduğunu dahi gösteremeyen Kanadalı bir tesisatçı Türkiye Hazine’sinin çıkardığı tahvillere yatırım yapıyor. Amerikan yazar Thomas Friedman’ın deyimiyle, artık dünya yuvarlak değil, düz.
KURUMSALLAŞMA
Dünya düzleştikçe yaşam zorlaşıyor. Eski alışkanlıklar ve deneyimler çoğu kez yeni dünyada destek değil, köstek oluyor. Geçmişte uygulanıp mucizevi sonuçlar doğuran politikalar anlamsızlaşıyor. Politika seçenekleri değişiyor. Eskide ısrarcı olmak küreselleşme ile yaşamayı zorlaştırıyor. Küreselleşme yarar değil, külfet getiriyor.
Düz dünyada kurumlar ve kurumsallaşma giderek daha fazla öne çıkıyor. Yalnızca devletin kurumsallaşması değil, özel sektörün de kurumsallaşması kaçınılmaz oluyor. Kurumsallaşamayan birimlerin ya kendinden bekleneni vermesi olanaksızlaşıyor ya da bu birimler rekabet içinde yok olup gidiyorlar.
Türkiye kurumsallaşma sancıları çekiyor. Hem kamuda hem de özel sektörde kurumsallaşmayı ve kurumsallaşma zorunluluğunu içimize sindirebilmiş değiliz. KOBİ denen küçük ve orta ölçekli özel sektör şirketlerinin çoğu hala bakkal dükkanı işletmesi zihniyetiyle yönetilmeye çalışılıyor. Kamu sektöründe ise küreselleşmenin gerektirdiği kurumları hala siyasetin güdümünden çıkarmakta zorlanıyoruz. Ne toplumun böyle bir talebi var ne de siyasi mekanizmaların böyle bir arzusu.
BAĞIMSIZ KURUMLAR
Giderek daha fazla düzleşen dünyanın ekonomi alanındaki en önemli kurumları Merkez Bankası, Rekabet Kurumu, Bankacılık Düzenleme ve Denetim Kurumu, Sermaye Piyasası Kurumu, Menkul Kıymetler Borsası ve diğer düzenleyici ve denetleyici kurumlardır. Farklı alanlarda faaliyet gösterseler de, bu kurumların en önemli işlevi çalıştıkları alanlarda kurallara dayalı olarak en geniş anlamıyla istikrarı sağlamak ve sürdürmektir.
Bu kurumların hiçbiri devletten para almazlar. Yani, mali açıdan devlete yük değillerdir. Çoğunun geliri çalıştıkları sektörün birimlerinden alınan paralardan oluşur. Bu kurumların yasalarıyla belirlenmiş misyonları vardır. Yasaları yoluyla sağlanmaya çalışılmış işlevsel bağımsızlıkları vardır. İşlevsel bağımsızlıklarını koruyabilmeleri için mali bağımsızlıkları tartışılmaz bir ön koşuldur.
Bizim için yeni kıyafetleriyle bu kurumların çoğu yenidir. Varlıklarını içimize sindirmekte zorlanmaktayız. O nedenle de, mali işlerine karışma ihtiyacı duymaktayız. Paraları varsa, el koymak istemekteyiz. Çalışanlarını "devlet memuru" olarak görme eğilimindeyiz. Siyasetin hakim olduğu alanların sınırlandırılmasına tepki göstermekteyiz.
Bu şartlarda, küreselleşme sürecinde zorlanmamız hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.