GELİŞMİŞ ülke ekonomilerinde finans sistemi karıştıkça, sistemin gözetim ve denetimi ile risk idaresi daha da önemli olmaya başladı. Konuyla ilgili, ilgisiz herkes bu konuyu konuşuyor. Bir anlamda, bu konulara daha önce yeteri özen gösterilmediğinden, son karışıklıkların sorumluları arasında gözetim ve denetimin yetersizliği ile risk yönetimi de gösteriliyor.
Bankaların uyması gereken riske yönelik kurallar uluslararası bir platformda belirleniyor. Kural koyucular sektör temsilcileriyle belli bir mutabakata varıyorlar. Mutabakat sağlandığında, kuralların uygulanması ülkelerin kendi gözetim ve denetim otoritelerin tercihine kalıyor.
Belli dönemlerde bu kurallar gözden geçiriliyor. Günün şartlarına, deneyimlere ve yeni risklere göre yeni kurallar gelebiliyor. Son on beş yılda, derinlemesine tartışıldıktan sonra, bankaların gözetim ve denetimine yönelik yeni kurallar gündeme geldi. Basel II kuralları 2007 yılının başından beri Avrupa Birliği’nde uygulamaya geçti.
OTOMATİK TETİKLEME
Basel II kuralları, bankaların belli bir sermaye yeterliliğine sahip olma zorunluluğu (Basel I) ilkesinden çok daha ileri gitti. Farklı riskler konusunda, alınan risklerin yoğunluğuna göre, bankaların sermaye tutması ilkesi getirdi.
Bankaların aldıkları kredi, piyasa ve operasyonel risklerin ölçülebilen yoğunluğuna göre ek sermaye yükümlülüğü getirildi. Alınan kredi riskleri bir toplam üzerinden olması yerine müşterilerin kredi riskine göre bankaların ek sermaye tutması isteniyor. Yani, banka müşterilerinin bankalar ya da üçüncü kurumlar tarafından kredi değerliliğinin tespiti gerekiyor. İlk bakışta, bu yaklaşım çok makul gibi görünüyor. Ama, kriz dönemlerinde, bu kural bankaların sağlığını koruma yerine bankaları daha da zor durumda bırakabilecek bir yapıya kavuşuyor.
Finans sisteminde görülebilecek hatırı sayılı çalkantılarda, önce bankaların, daha sonra diğer finansal kuruluşlarının daha sonra da bu kurumlarının müşterilerinin kredi değerliliği giderek düşüyor. Son aylarda olduğu gibi, kredi derecelendirme kuruluşları her gün birilerinin kredi değerliliğini düşürüyor. Sonuçta, bankaların dün bir birim sermaye tahsisi ile verdiği bir krediye bugün üç birim sermaye ayırması gerekiyor. Kredinin performansında hiçbir değişiklik olmadığı halde, bankanın sermaye yeterliliği düşüyor. Zararları büyüyor. Sistem, kendi kuralları içinde kendi kendini daha büyük bir çalkantının içine atıyor. Bireysel risklere yönelik kurallar sistem risklerinin artması durumunda, sistem risklerini daha da artırıcı rol oynuyorlar.
RİSK NİTELİKLERİ
Riske yönelik kurallar, sistem bazında risklerin gerçekleşmesi durumunda anlamını yitiriyor. Komik bir durum ortaya çıkıyor.
Hiçbir müşterinin beklememesi için otelin önünde mutlaka bir taksi durması kuralı olduğunu düşünelim. Yoğun bir dönemde, otelin önünde duran tek taksiye müşteri biniyor. Ama, taksi şoförü bir yere gidemiyor. Çünkü, giderse, otelin önünde hiç taksi kalmayacak. Müşterilerin hiç beklememesi için konulan bir kural müşterinin beklemesi mecburiyetine neden oluyor.
Basel II kuralları bir anlamda bu riski taşıyor. Riskler gerçekleştiğinde, riske yönelik kurallar, krizin derinleşmesinin mekanizması olabilecek bir niteliğe bürünüyor.
Gözetim ve denetim kuruluşları konunun bu yanını ihmal etmemeli. Sistem riski ile bireysel riskler birbirinden ayrı tutulabilmeli. Aksi taktirde, finans kurumları daha fazla sermaye tutmak yerine daha az kredi vermeyi tercih edeceklerdir. Üretim sektöründe riskler daha da büyüyecektir. Bu konu, gelişmiş ülkelerdeki karışıklıklara kolay çözümler bulunamadıkça, giderek uluslararası platformlarda daha fazla dile getirilmeye başlanacaktır.