1994 yılında hiç yoktan çıkan ekonomik kriz Türkiye’de ekonomik birimlerin psikolojisini bozdu. Ardından gelen 2001 Krizi toplumu iktisadi açıdan paranoyak yaptı.
Şimdi, piyasalardaki en ufak bir hareketlilikte, "kriz mi çıkıyor?" sorusu soruluyor. Birkaç olumsuz yorum okunsa, yazarın acaba kriz çıkacağını mı söylemek istediği tartışılıyor.
Bugünlerde kafaları en çok meşgul eden konulardan biri de seçim döneminde bir kriz çıkıp çıkmayacağıdır. Bir anlamda, ekonomik birimler daima bir tedirginlik içinde kararlarını alıyorlar. Kısacası, ekonomik dengelere ve/veya dengelerin kalıcı olabileceğine güven yok. Sorunun bir bölümü de sağlanan dengelerin "umulandan da iyi" olmasından kaynaklanıyor. "Bu böyle gitmez endişesi" ağır basıyor.
TAVIR DEĞİŞMEDİ
Ekonomik riskler gerçekte büyük olmadığı halde, risklerin ekonomik birimlerce büyükmüş gibi algılanması, ekonomik ilişkilerin hacmini düşüren, öngörü ufkunu daraltan bir olgudur. Türkiye uzun süredir bu olguyu yaşıyor. Yaşadığı için de, son altı yılda elde edilen bazı ekonomik kazanımların ya farkında değil, ya da ekonomik kazanımların kalıcılığına inanmadığından, ekonomik birimler temel iktisadi tavrını büyük ölçüde değiştirmiş değil.
Hane halkları (bireyler) ve şirketler öngördükleri risklerin başkaları tarafından yüklenilip kendi gemilerinin daha emin sularda yol almalarını tercih ediyorlar. Belki büyük fırsatlar kaçırıyorlar. Kaçırdıkları fırsatları sonradan görüyorlar da. Ama, temel tavırlarını değiştirmeye cesaret edemiyorlar. Kriz fobisinden kurtulamıyorlar.
Otuz yıldır bankalardaki Türk Lirası vadeli mevduatın ortalama vadesi 2-3 ay civarındadır. Kötü dönemlerde ortalama vade çok kısalır. En iyi dönemlerde dahi, mevduatların ortalama vadesi dört ayı geçmez. Altı yıldır (son sene hariç), Türk Lirası faizleri kararlı bir düşüş eğilimi gösterdi. Ama, Türk Lirasımevduatların ortalama vadesi neredeyse hiç kıpırdamadı. Bu, ekonomik birimlerin beklentilerini yansıtması açısından çok önemli bir göstergedir. Faizlerin düşeceği görüldüğü halde, mevduat vadeleri uzamadı.
Uzun zamandır döviz kurlarında bir istikrar yaşanıyor. Dönemsel olarak döviz kurları artma eğilimine girse dahi, bir-iki ay içinde her şey eski haline geliyor. Bütün bunlar yaşanarak görüldü. Yine de, döviz mevduatı sahipleri dövizlerinden ayrılmak istemiyorlar. Zarar ediyorlar. Zarar etliklerinden şikayet ediyorlar. Ama, dövizlerini bozdurmaya elleri varmıyor. Çünkü, "kriz fobisi" ruh halini üzerlerinden atabilmiş değiller.
Geçmişte, bireysel ekonomik birimler mevduat yaparlardı, bankalardan kredi kullanmazlardı. Şimdi, bireysel yatırımcılar ikisini de yapıyorlar. Bireysel krediler toplam tasarruf mevduatlarının üçte biri civarına geldi. Yani, bireysel yatırımcılar kendi tasarruflarını giderek kendileri daha çok kullanmaya başladılar. Kredileri 3-5-10 yıl vadeli alıyorlar, ama mevduatlarını üç ay vadeli yatırıyorlar. Vade uyumsuzluğunu bankalar üzerlerine alıyorlar.
İNANDIRICILIK
Yurt içindeki yatırımcıların böylesine tutucu beklentilerine rağmen, ekonomik dengelerin bu noktalara gelmiş olması uygulanan ekonomi politikaların başarısını kanıtlamaktadır. Diğer taraftan, verimlilik artışları olabileceğinden daha az olmuştur. Ekonomik büyüme kısıtlanmıştır. Her şeyden önce, kaynakların tahsisi farklılaşmıştır.
"Kriz fobisi" olgusunun bir diğer önemli boyutu geçici olabilecek dalgalanmaların daha uzun sürmesi ve gerçekten bir krize dönüşebilme olasılığının artmasıdır. Kalıcı olacağı beklenmeyen ekonomik dengelerin orta dönemde kalıcı olabilmeleri mümkün değildir. Bu nedenle, ekonomik dengeleri sarsıcı girişimlerde bulunulmaması artık çok daha önemli hale gelmektedir. Dengelerin sürdürülebilmeleri açısından, ekonomik politikalarda inandırıcılığın öne çıkması kaçınılmazdır.