DÜNYANIN her tarafında finans kurumlarının kárlarını artırmaları için idarecileri üzerinde korkunç bir baskı var. Baskıyı elbette hissedarlar ve yatırımcılar yapıyor. Ama, kár baskısının neden olduğu "aşırı risk alma iştahı" olgusunun bu kesimlerce ne derece bilindiği ya da değerlendirilebildiği henüz belli değil.
Finansal sistem doğal olarak kárlarını azamiye çıkarmak için çalışır. Kár, alınan risklerle orantılıdır. Dolayısıyla, oyunun kuralları çerçevesinde, sermayedarlarca kabul edilebilir risk düzeyi ile uyumlu kárları azamiye çıkarmak esastır.
VADE UYUMSUZLUĞU
Gelişmiş ülkelerde son altı yıldır faizlerin çok düşmesi (reel olarak negatif olması) getirileri artırma yönünde doğal olarak baskıları artırdı. Geçmişte alışılmış getirileri sağlayabilmek için yöneticiler daha fazla risk almaya yöneldi. Bu süreçte, sermayedarların kabullenebileceği "makul risk" kavramı galiba rafa kalktı. İşler de iyi gidince, sermayedarlar da risk olgusuna yan gözle bakmaya başladılar.
Sorun çıkınca, herkes "ne oldu?" diye sormaya başladı. Örneğin, Amerika’da konut kredilerinin bir kısmının hiçbir işi olmayan, hiçbir geliri olmayan, hiçbir varlığı olmayan kişilere verildiği anlaşıldı. Ayrıntıların sermayedarlarca bilinip bilinmediği bir tarafa, normalden yüksek getiri elde edenler bugüne kadar "nasıl oluyor?" sorusunu da sorma zahmetine girişmedi. Olaylar patladıktan sonra herkesin aklı başına geldi.
Türkiye’de de finans sisteminde "kár etme baskısı" var. Doğal olarak, Türkiye’de de daha fazla kár ancak daha fazla risk alarak elde edilebiliyor. Kabul edilebilir risk her sermayedar için farklı olabilir. Ama, belli bir noktada, gözetim ve denetim otoriteleri açısından da "kabul edilebilir bir risk düzeyi" olmak zorundadır. Çünkü, bir noktadan sonra alınan riskler bireysel olmaktan çıkıp sistem riski olmaya başlar.
Bankacılık sisteminde alınan en önemli risklerden biri varlıklar ve yükümlülükler arasında oluşabilecek vade uyumsuzluğu yoluyla yaratılan likidite riskidir. Kısa vadeli borçlanıp uzun vadeli yatırımların yapılması bankacılık sisteminde giderek artmaktadır. Çünkü, arzulanan kárlar ancak bu şekilde yapılmaktadır. Diğer ülkelerde de böyle oluyor.
Yurt dışında da bu strateji popülerdir. Hedge fonlar da bu şekilde çalışmaktadır. Her şeyin düzgün gittiği ortamlarda büyük paralar kazanılmaktadır. Ama, işler sarpa sardığında, alacaklılar paralarını istemekte, fonlar ise çok daha uzun vadeli olan yatırımlarından çıkmakta zorlanabilmekte ve sonuçta likidite krizine girilmektedir. Hiçbir finansal kurum zarar ettiği için batmaz.Varlıklarını zamanında nakde dönemeyip yükümlülüklerini karşılayamadıkları için batar.
OTORİTELERİN GÖREVİ
Ne kadar risk alarak iş yapılacağı bir stratejidir. Stratejiyi sermayedarlar oluştururlar ya da oluşan stratejiye açık ya da zımni onay verirler. Gözetim ve denetim otoriteleri açısından önemli olan finans kurumlarının aldıkları risklerle uyumlu sermayelerinin olmalarıdır. Dolayısıyla, gözetim ve denetim otoritelerinin finans kurumlarının stratejilerine karışmaları söz konusu olamaz.
Genel uygulama böyle olduğu halde, tüm sistemin aynı yönde risk alıp konu üç-beş bankanın kendine özgü stratejisi olmaktan çıkıp sistem riski haline gelmesi durumunda gözetim ve denetim otoritelerine görev düşmektedir. Bir kayıkta kimin hangi tarafta oturduğu kimseyi ilgilendirmez. Ama, herkes aynı tarafta oturmaya kalkarsa, birilerinin duruma müdahale etmesi kayığın dalgalı sularda sorunsuzca seyri açısından kaçınılmazdır.