IMF ve Dünya Bankası’nın yıllık toplantıları ABD’nin başkenti Washington’da yapıldı. Bu toplantılar yalnızca resmi heyetlerin görüşme zemini değil, aynı zamanda bankacıların da buluşma yeri oluyor.
Finans piyasaları açısından bu yılki toplantıların ilginç olacağı düşünülüyordu. Çünkü, ABD’nin konut piyasasında başlayıp diğer gelişmiş ülke piyasalarını da içine alan krizin nasıl çözülebileceği yönündeki öneriler, akademik dünyanın konuya yaklaşımları, yetkililerin ve dünyanın büyük bankalarının bu konulardaki görüşleri önemliydi.
DENGELER İKİNCİ PLANDA
Dünyanın belli başlı bankalarının kurduğu, şimdi elliye yakın ülkeden 400’e yakın üyesi olan Uluslararası Finans Enstitüsü (Institute of International Finance - IIF) bu yıl yirmi beşinci yılını kutladı. IMF-Dünya Bankası toplantılarıyla beraber IIF bünyesinde de çeşitli etkinlikler yapılıyor.
Latin Amerika’daki banka risklerinin daha yakından analiz edilmesine yönelik çalışmalar yapması amacıyla 1982 yılında kurulan IIF kuruluşunun dördüncü ayında Latin Amerika’da patlayan Borç Krizi ile işe başladı. Daha sonra çalışma alanını genişletti. Şimdi tüm gelişmekte olan ülkelere yönelik olarak çalışmalar yapıyor.
Kuruluşunun yirmi beşinci yılı IIF için heyecanlı bir yıldı. Bu kez, Borç Krizi, analiz ettiği gelişmekte olan ülkelerde değil, gelişmiş ülkelerde patlamıştı. Ama, toplantılarda konuşulanlar bu heyecanı yansıtmaktan uzaktı.
Büyük bankaların başkanları, ülkelerin maliye bakanları, merkez bankaların başkanları ve gözetim ve denetim kuruluşlarının sorumluları sorunları irdeleyip çözüm yolları üzerinde fikirlerini paylaşmak yerine sorun yokmuş gibi davranmayı tercih etti. Bu davranışlarıyla aslında sorunun düşünüldüğünden de daha büyük olabileceği izlenimi verdiler. Panik yaratmaktan korktuklarını gösterdiler.
Sanki, kısa dönemde dünya ekonomilerinin istikrar içinde büyümesinin önündeki en önemli sorun Çin parasının uluslararası değeriymiş gibi, Çin’in parasını değerlendirmesi gerektiği sıkça dile getirildi. Onlar da "hemen olmaz" deyip durdular.
Halbuki, gelişmiş ülkelerde yaşanması olası bir ekonomik durgunluğun nasıl aşılabileceği önemliydi. Ekonomik durgunluğun önlenmesine yönelik alınabilecek önlemlerin zaten artan enflasyon baskısını daha da artırmadan nasıl başarılabileceği tartışmaya değerdi. Bunlar yerine, dünya piyasalarında likiditenin önemi vurgulandı. Ölüm-kalım mücadelesinde kimsenin makro ekonomik dengelere aldırış etmediği gibi bir durum ortaya çıktı. Gelecekten çok, geçmişten söz edildi.
Gelişmekte olan ülkeler için de çok ciddi politika zorlukları söz konusu. Birçok gelişmekte olan ülkenin parası değerleniyor. Döviz rezervleri şişiyor. Merkez bankaları bo ortamda fiyat istikrarını sağlamakta güçlüklerle karşılaşıyorlar.
SORULAR
Bu sorunların nasıl aşılabileceği üzerinde kafa yormak yerine gelişmekte olan ülkelerde elde edilen başarılar öne çıkarıldı. Ama, o başarıyı sağlayan küresel şartların hızla değiştiği göz ardı ediliyor.
Örneğin, gelişmiş ülkelerde ekonomik büyüme durursa, gelişmekte olan ülkelerdeki büyüme devam edecek mi? Hammadde ve emtia fiyatları düştüğünde, gelişmekte olan ülkeler ne yönde etkilenecekler?
Uluslararası likidite kurumaya başlarsa, yüksek oranda cari işlemeler açığı veren Avrupa’daki gelişmekte olan ülkeler olumsuz büyüme ve enflasyon ortamını nasıl aşabilirler?
IMF’nin değişen şartlarda rolü ne olabilir? IMF alışıldığı üzere yine kurtarıcı rolünü mü oynamalıdır?
Şimdilik, büyük Amerikan bankalarının kurmayı planladıkları 80 milyar dolarlık fon yoluyla sorunların çözülebileceğini düşünerek avunuyoruz.