SERMAYE hareketleri yoluyla bir ülkede uygulanan ekonomi politikalarının ya da oluşan şokların diğer ülkelerdeki dengeleri de tehdit edebilmesi gerçeği dünya ödemeler sisteminde altın standardı terk edilip doların serbest bırakılmasıyla daha iyi görüldü.
Ekonomi politikalarının koordinasyonu fikri ilk kez o dönemde tartışılmaya başlandı.
Tartışmalar sırasında bazı akademisyenler, biraz da şaka yollu, Amerikan Merkez Bankası (FED) para kurulunda Alman Merkez Bankası’ndan (Bundesbank) birinin oturmasını, Bundesbank’ın para kurulunda da FED’den birinin oturmasını önermişlerdi. Öneri şakaydı, ama önemli bir gerçeği vurguluyordu. FED’in para politikası Avrupa’yı etkiliyor, Bundesbank’ın para politikası Amerikan ekonomisine etki yapmaktaydı. Bir şekilde, risklerin asgaride tutulması söz konusuydu.
YAPTIRIM GÜCÜ
Yeni dönemde IMF’nin küresel bazda ekonomi politikası koordinasyonunu üstlenmesi arzu ediliyor. Bugünkü gibi gözlenen olumlu ekonomik dengelerin sürdürülebilirliğini risk altına sokacak politikalardan küresel bazda kaçınılması öngörülüyor. İlk kuruluş misyonuna paralel olarak, IMF’nin ülke bazında gerçekleştirdiği ekonomi politikalarının denetimi işlevinin küresel bazda ekonomi politikalarının koordinasyonu amacıyla gerçekleştirmesi öngörülüyor.
Bu çok geniş ve ucu açık bir proje, aynı zamanda da projenin uygulamaya konması söylendiği kadar kolay değil. IMF’nin böyle bir konuma çekilmesi IMF’yi elbette "kriz idaresi" konumundan "kriz önleme" ya da "dengelerin sarsılma riskini asgaride tutma" konumuna çok daha fazla yaklaştıracaktır. Ama, küresel bazda ekonomi politikalarının koordinasyonu büyük ölçüde, özellikle gelişmiş ülkelerde, ulusal ekonomi politikalarının uluslararası bir kuruluşun denetim ve gözetimine açılmasını içerecektir. Bir anlamda, ulusal çıkarlar yönünde atılabilecek adımlar uluslararası koordinasyon adına feda edilebilecektir.
Bu amaca yönelik olarak, tüm ülkelerin üzerinde mutabakata varacakları politika kriterleri (benchmarking) oluşturulması gerekmektedir. IMF, bu kriterlere göre ulusal politikaları değerlendirmek ve denetlemek durumunda olacaktır. Kriterler üzerinde mutabakata varmak zaten uzun sürecek bir süreci gerekmektedir. Böyle bir mutabakat sağlanabilse dahi, kriterlerin uygulanması ve kriterlere uymayan politikaların geri çevrilmesi ancak IMF’nin ülkeler üzerinde bir yaptırımı olduğu taktirde gerçekçi olabilecektir.
IMF bugüne kadar gelişmekte olan ülkelerin ekonomi politikaları üzerinde söz sahibi olabilmişse, o ülkelere bir program dahilinde mali destek verdiği için sözü dinlenir bir kurum olmuştur. IMF ile program yapmamış ülkeler açısından IMF’nin öneri ya da tespitleri bir kulaktan girip diğerinden çıkan akademik yaklaşımlar olarak kalmıştır. Bunun en iyi örneklerinden biri de 1986-1993 arasında Türkiye’de yaşanmıştır.
İLK HAREKET
IMF’nin, özellikle patronu durumundaki gelişmiş ülkeler üzerinde nasıl bir yaptırımı olabilir? Böyle bir yaptırım gücüne sahip IMF’yi gelişmiş ülkeler yaratabilir mi? Gelişmekte olan ülkelerin IMF’deki göreli hisselerinin artması bu proje için yerli midir?
Bu sorularının yanıtları şimdilik olumlu değildir. Öneri kulağa hoş gelmektedir. Ama, uygulaması olanaksız denebilecek kadar zordur. Dünya Ticaret Örgütü’nün Daho Müzakereleri başarısız oldu. Tartışılan konularda herkes görünüşte fikir birliği içindeydi. Ama, tartışmanın ana aktörlerinin hiçbiri ilk hareketi yapıp anlaşmaya yanaşmadı. Şimdi, Daho Müzakereleri yeniden canlandırılmaya çalışılıyor.
Avrupa Birliği içinde hizmet sektörünün serbestleşmesi projesi herkesin fikir birliği içinde olduğu bir projedir. Ama, bugüne kadar hizmetlerin Avrupa’da serbestleşmesi konusunda bir arpa boyu kadar yol gidilememiştir.
IMF’nin yeni misyonu da herkesin fikir birliği içinde bir proje olduğu görünümünü vermektedir. Ama, akıbeti Daho Müzakereleri’ne ya da Avrupa’daki hizmetlerin serbestleşmesi projesine çok benzeyecekmiş gibi görünmektedir. IMF’nin yeni misyonunun başarıyla hayata geçmesinde belirleyici hareket gelişmiş ülkelerden gelmek zorundadır.