IMF’ye yeni misyon (1)

IMF’nin yapısı değiştirilmeye çalışılıyor. Birbirinden bağımsız olmayan iki gelişme var. Birincisi, bizim gazetelerimizde de yer aldığı gibi, IMF’de gelişmekte olan ülkelerin payını ve dolayısıyla söz sahibi olma gücünü radikal bir biçimde artırmak. İkincisi, IMF’yi küresel düzeyde ekonomi politikalarını gözetleyen ve denetleyen bir kurum haline getirmek.

İki alanda da zorluklar var. Singapur’da yapılmakta olan IMF-Dünya Bankası yıllık toplantısında bu iki konuda da zorlukların aşılmasına çalışılıyor. En azından ilke bazında iki konuda da fazla itiraz yok. Ama, uygulama alanında yıllar sürecek bir tartışmanın olması kaçınılmaz gibi görünüyor. Hafta sonu Singapur’da yapılan G-7 toplantısının sonuç bildirgesinde bu konulara hiç değinilmemiş olması bu açıdan şaşırtıcı oldu. Singapur’da olağan kota artışı kabul edildi.

SÖZ SAHİPLİĞİ

Haklı olarak, yıllardır dünya ortalamasının çok üzerinde büyüyen gelişmekte olan ülkeler IMF’de çok daha fazla söz sahibi olmak istiyorlar. IMF tabiriyle, bu ülkeler IMF’de özellikle gelişmiş ülkelere göre göreli olarak daha fazla kota artışı talep ediyorlar. Ülkelere tahsis edilen kotaların (ortaklık payı) artık IMF fonlarından yararlanmak için çok önemli bir parametre olmasa da, yönetimde söz sahibi olmak için önemli oluyor.

Amerika ve Avrupa’nın göreli olarak daha az kotaya sahip olup gelişmekte olan ülkelerin kotalarının artması gerekiyor. Böyle bir uygulamanın anlamlı bir boyutta olabilmesi için Amerika ve Avrupa’nın mutlak anlamda kotalarının azalması söz konusu olmaktadır.

Bir ara, Avrupa Birliği ekonomilerini bir çatı altında toplayıp Avrupa Birliği’ne bir arada bir kota tahsis etmek önerildi. İlk olumsuz tepkilerden biri Avrupa Merkez Bankası Başkanı Jean-Claude Trichet’den geldi. "Amerika’nın da kotası azalmazsa, bu adil olmaz" dedi. Zaten, öneri, uygulama şansı olmayan bir yaklaşımdı.

Başta Asya ekonomileri olmak üzere, Türkiye de dahil, gelişmekte olan ülkelerin IMF’deki kotaları göreli olarak artacak. Ama, kota artışları, bugünkü haliyle, gelişmekte olan ülkelerin IMF’de seslerini daha fazla duyurabilecekleri anlamına gelmiyor. IMF’nin patronları Amerika ve Avrupa olmaya devam edecek.

POLİTİKA DENETİMİ

Kota artışıyla paralel bir diğer konu IMF’nin "kriz idaresi" yapan konumundan "kriz önleme" konumuna getirilmesidir. Bu konu da 1997 Güneydoğu Asya Krizi’nden bu yana konuşulmaya başlamıştır. O dönemde kriz ülkelerine IMF 100 milyar dolara yakın mali destek sağlamıştır. Bir anlamda, yanış politikaların üzerine para atarak yapılan "kriz idaresi" birçok çevrelerce eleştirilmişti. Aynı eleştirinin benzeri 2001 yılında IMF Türkiye’ye 30 milyar dolardan fazla mali destek verdiğinde de gündeme gelmişti.

Serbest sermaye hareketleri yoluyla ekonomiler giderek birbirlerine bağımlı hale geldiler. Bir ülkede uygulanan yanlış makro ekonomik politikalar (dengelerin sürdürülebilirliği riskini artıran politikalar) uluslararası sermayenin verdiği tepkiye göre başka ülkeleri de etkileyebilme gücüne ulaşmıştır. Eskiden ülkeler arası etkileşimler dış ticaret yoluyla olurken, şimdi sermaye hareketleri yoluyla çok kısa sürede olup bitebilmektedir. Dolayısıyla, ekonomik politikaların oluşturulup uygulanması yalnızca ulusal dengeleri ve çıkarları gözetmemeli, küresel dengeleri de göz önüne almak zorundadır. Büyük ülkeler için bu yargı çok daha doğrudur.

Özellikle gelişmiş ülkelerin makro ekonomik politikaları bu konuda öne çıkmaktadır. Örneğin, Amerikan ekonomisindeki çift açık (bütçe ve cari işlemler açıkları) küresel ekonomide dengesizlikler ve dolayısıyla tehditler yaratabilmektedir.
Yazarın Tüm Yazıları