DÜN satır başlarıyla özetlediğim IMF raporunun kısa dönemli tespitleri ve önerileri tek bir cümlede özetlenebilir: Türk parası fazla değerlenmiştir; enflasyon hedefinden taviz verilmeden, Türk Lirası’nın değerlenmesi tersine çevrilmelidir.
IMF’ye göre, Türk Lirası’nın değerlenmesi cari işlemler açığının artmasına neden olmaktadır. Artan uluslararası sermaye hareketleri açığın finansmanını kolaylaştırmaktadır. Ama, cari açıktaki gelişmeler ve açığın finansmanı ekonomiyi risk altına sokmaktadır.
Kurların artması için önerilen en önemli politika aracı Merkez Bankası’nın kısa vadeli faizleri daha da düşürmesidir. Bu yolla, Türkiye’de yatırım araçlarının getirileri düşecek ve yabancı yatırımcılar Türkiye’ye gelmeyecek, hatta Türkiye’den çıkacaklardır. Yabancı yatırımcılar döviz getirmediğinden, kurlar da yükselme eğilimine girecektir.
KURLARI YÜKSELTMEK
IMF’nin teşhis ve önerilerinde içine düştüğü en büyük yanılgı belli ölçüde para ikamesi (iki farklı paranın aynı anda yatırım aracı olması) yaşanan bir ekonomide ekonomi politikalarının çalışması ve ekonomik birimlerin bu politikalara verdiği tepkinin farklı olduğunu hesaba katmamasıdır. Kaldı ki, yabancı yatırımcıların gelişmekte olan piyasalara bakış açısı da "ya gir ya çık" biçimindedir. Yani, beklenen getiriler iyi olduğunda girilir, beklenen getiriler kötüleştiğinde çıkılır. Yabancılar bu piyasalarda yön belirleyen yatırımcı kitlesidir.
Faizlerin düşürülmesi yoluyla Türkiye’de yatırım araçlarının getirilerinin düşürülerek sağlanmaya çalışılan denge daima yatırım araçlarına ek talep yaratmayı önlemek yerine getirilerin düşmesiyle yatırım araçlarından çıkmak şeklinde gerçekleşir. Dolayısıyla, faizler yoluyla portföy tercihlerinin istikrara kavuşması değil, portföy tercihlerinin radikal bir biçimde değişmesi söz konusu olmaktadır.
Mayıs ve haziran aylarında yaşananlara da bu çerçevede bakmak mümkündür. Uluslararası yatırımcılarda risk iştahının azalmasıyla aslında göreli olarak Türkiye’deki yatırım araçlarının cazibesi faizler düşürülmeden de azalmış olmaktaydı. Ama, yatırımcılar bu duruma Türkiye’deki yatırımlarını durdurarak değil, Türkiye’deki yatırımlarından çıkarak tepki vermişlerdir. Az daha, faizler artırılmasaydı, yerli yatırımcılar da benzer bir tepkiyi vereceklerdi. Dolayısıyla, faizleri düşürme yoluyla yatırım araçlarının cazibesini azaltma girişimi daima faizlerin yükseltilmesiyle sonuçlanmaktadır. Kısacası, cari işlemler açığı ile faizlerin düşürülmesi yoluyla mücadele etmek olanaksızdır. IMF bu konuda yanlış bir tuttum içinde görünmektedir.
PARA POLİTİKASI
İç talep büyümesi IMF yetkililerine bir sorun gibi görünmemektedir. Halbuki, sorunun kökeni iç talep büyümesidir. Kamu ve özel kesim tasarruf dengesi yoluyla yaptıkları analizde bir ölçüde iç talep artışının önemini kavrar gibi yapıp kamu finansmanında daha fazla tasarruf önermektedirler. Ama, önerdikleri tasarruf miktarı derde deva olacak boyutta olmaktan uzaktır.
Ekonomiye güven neticesinde para arzının artmasının enflasyonist olmadığı ima edilmektedir. Çünkü, IMF’ye göre, para talebi de artmaktadır. Bu yargı bir ölçüde doğru olabilir. Ama, son dönemlerde para talebinin para arzı kadar arttığını söylemek zor görünmektedir. Para talebi para arzı kadar arttıysa, Merkez Bankası’nın döviz alımlarıyla piyasaya çıkardığı parayı yine aynen borçlanmak durumunda kalmasını açıklayabilmek mümkün olmamaktadır.
Geçen yılın eylül ayından bu yılın nisan ayına kadar aylık ortalamalar bazında Merkez Bankası parası 19.3 milyar YTL artıştır. Bu artışın 18.1 milyar YTL’si döviz alımlarından kaynaklanmıştır. Aynı dönemde, Merkez Bankası çıkardığı ek paranın 16.4 milyar YTL’sini ek olarak açık piyasa işlemleri yoluyla borçlanmak zorunda kalmıştır. Para talebi gerçekten para arzı kadar artmış olsaydı, Merkez Bankası döviz karşılığında bastığı paranın neredeyse tümünü geri çekmek zorunda kalır mıydı?
İhtiyati nedenlerle, IMF Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin artırılması yaklaşımını desteklemektedir. Ama, geçmiş deneyimlerden anlaşıldığı kadarıyla, gerek olduğunda, artan döviz rezervlerinin kullanılmasına sıcak bakmamaktadırlar. İhtiyat ölçüsü olarak döviz rezervlerinin düzeyi ile kısa vadeli borçlar arasındaki ilişkiye bakmaktadırlar. Ama, kısa vadeli borçların ödenmesi gerektiğinde, "döviz rezervleri döviz çıkışında kullanılmaz" kuralı geçerli kılınmaktadır. O halde, dalgalı kur sisteminde döviz rezervlerinin işlevi hakkında bizlerin biraz daha aydınlatılmaya ihtiyacı vardır!