GELİŞMİŞ ülkelerdeki krizin bizim gibi ülkeleri olumsuz etkilememesi söz konusu olamaz.
Dünya ekonomisinin milli gelir açısından yarısından fazlasına sahip bir bölümünde yaşanacak "ekonomik durgunluk" ve "finansal çöküş" elbette gelişmekte olan ülkeleri sarsacaktır. Unutmayalım ki, daha düne kadar gelişmekte olan ülkeler gelişmiş ülkelerin üretim merkezleriydi.
Türkiye gibi dış finansmana dayalı ekonomik büyüme sürecinde olan ülkeler ikinci bir riskle karşı karşıyalar. Uluslararası finans sistemi darmadağan olmuş bir durumda. Bugüne kadar getirilerini iyileştirmek için gelişmekte olan ülkelerin piyasalarına akın eden yatırımcılar şimdi getiriyi bir tarafa bırakıp yaşamanın yollarını arıyorlar. Bu şartlarda Türkiye gibi ülkelerin geçmişteki kadar dış finansman bulabilmeleri mümkün olmayabilir.
Dış finansman olanaklarının azaldığı bir dönemde Türkiye ekonomisinin en az hasarla yoluna devam edebilmesi için belli bir dış finansmana ihtiyacı devam edecek. Uluslararası piyasalardan bulunamayabilecek bu finansman nereden bulunacak?
IMF’NİN DURUMU
Böyle durumlarda ilk akla gelen kaynak IMF oluyor. Türkiye, IMF ile ilişkilerini son dönemde iyi yönetemedi. Son üç yıllık IMF programı geçen mayıs ayında bittiği halde, IMF ile ne yapacağımız konusunda bir kararlılık gösteremedik. Gelişmiş ülkelerde çıkan krizin derinleştiğini gördüğümüz halde, büyük bir olasılıkla siyasi nedenlerle, IMF ile bağlayıcı bir program yapmaktan kaçındık.
Halbuki, şartlar düne kadar bizden yanaydı. IMF’nin doğru dürüst müşterisi yoktu. Türkiye uzun süren bir programı, dış finansman şartlarında olağanüstü iyi olmasının da yardımıyla, başarıyla tamamlamıştı. Yapılacak yeni bir program, mutlak zorunluluktan değil, Türkiye’nin risk almaktan kaçınmak istemesi nedeniyle gerçekleşecekti. O şartlarda, IMF’nin bizden isteyecekleri de daha az acıtıcı olacaktı, programın içereceği mali destek de çok daha fazla olabilecekti.
"İhtiyari mi olsun, zorlayıcı mı olsun?" derken, tren kaçırıldı. Şimdi, IMF ile yapılabilecek bir programı "tedbiri elden bırakmamak" diye niteleyemeyiz. IMF ile program yapacaksak, korkudan yapacağız. Artık pabuç pahalandı. "Para gelsin de, nereden ve nasıl gelirse gelsin" demeye başladık. Talihsiz çıkışlarla, gelebilecek kara paraya dahi müsamaha edeceğimiz izlenimi veriyoruz.
IMF’nin de durumu değişti. Düne kadar müşteri sıkıntısı çeken IMF’nin kapısında müşteriler birikmeye başladı. Güneydoğu Asya ekonomileri IMF’nin kaynaklarını talep etmeye başladılar. Izlanda görüşmelere başladı bile. Doğu Avrupa ülkeleri sırada. Gelişmiş ülkelerden bazılarının da IMF’ ile sıcak temasa geçmeleri hiç kimseyi şaşırtmamalı. Kısacası, IMF’nin kaynaklarına talep artıyor. Dolayısıyla, IMF de, daha düne kadar kimsenin talep etmediği kaynaklarını şimdi idareli kullanmak zorunda. IMF’nin kaynaklarına talep açısından 1997-98 dönemine geri dönüyoruz.
TÜRKİYE’NİN YAPMASI GEREKEN
Bu ortamda, Türkiye’nin IMF ile yapacağı bir programın şartları daha sert, programın içereceği mali destek eskiye göre daha sınırlı olacaktır. Çok daha olumlu bir ortam "acaba IMF ile kol kola girmeden yırtar mıyız" yaklaşımıyla kaçırıldı.
Birkaç günlüğüne oluşabilecek bahar havasına adlanılmamalı. IMF ile sıcak temasa geçilip daha fazla zaman kaybetmeden üç yıllık bir program için uzlaşmaya varılmalı. Böyle bir anlaşma, şartlar sıkılaştıkça, Türkiye ekonomisine daha güçlü bir güvenlik şemsiyesi görevini görecektir. Son iki yıldır boşlanan "IMF çapası" yeniden yerli yerine konmuş olacaktır. Bütün bunlarla beraber, Türkiye’nin IMF’den kullanabileceği taze dış kaynak oluşturulmuş olacaktır.
Bugünlerde Türkiye ekonomisinin en ihtiyaç duyduğu şeylerden biri belli bir dış kaynak limitinin hazırda tutulmasıdır. Döviz rezervlerinin düzeyine bakarak efelik etme zamanı çoktan geçti.