IMF Başkanı Rato, başında bulunduğu kuruluşun yoğunlaşması gereken yeni alanları vurgulamaya çalışırken üzerinde durduğu konulardan biri de IMF’nin ortaklık yapısı oldu.
Ortaklık yapısı değişmeden IMF’nin yeni bir misyon edinmesinin zor olduğunu söyledi. Dünya ülkeleri arasında ortaklığın daha adil dağılmasını vurguladı.
IMF, İkinci Dünya savaşı sonunda oluşturulmuş uluslararası bir kuruluştur. Doğal olarak, Savaş’ın galiplerinin öncülüğünde ve onların öncelikleri doğrultusunda yapılandırılmış bir organizasyondur. O kadar ki, IMF’nin yapısını radikal bir biçimde değiştirmeye yönelik her karar ortakların yüzde 85’inin olumlu oylarını almak zorundadır. Amerika’nın oyu IMF’de yüzde 17’nin biraz üzerindedir. Dolayısıyla, Amerika’nın oluru olmadan IMF’nin yapısını değiştirmek mümkün değildir.
OY DAĞILIMI
Dünya ekonomilerinin göreli durumu değiştikçe, IMF’nin ortaklık yapısı da gözden geçiriliyor. Milli gelirleri diğerlerine göre daha hızlı artan ekonomilerin doğal olarak IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlardaki ortaklık payı da artıyor. Artışa karar vermek için ‘kota gözden geçirilmesi’ adı altında bir çalışma yapılıyor. Bu çalışma hem IMF’nin sermayesinin artıp artmaması hem de ortaklık dağılımı konularında öneriler hazırlıyor. Ortakların yüzde 85’inin üzerinde kabul gören öneriler uygulamaya geçiyor. Bir başka ifadeyle, Amerika’nın kabul etmediği öneriler uygulamaya koyulamıyor.
2003 yılındaki son ‘kota gözden geçirilmesi’ çalışması IMF’deki ortakların göreli oy oranlarının değiştirilmesini önerdiyse de, Amerika’nın kabul etmemesi nedeniyle, ortaklık yapısı değişmemişti. Şimdi, yeni Başkan bir kez daha konuyu gündeme taşımak istiyor.
Rato’nun önerisi temelde çok haklı. Asya ekonomileri son yıllarda hızla büyüdükleri halde, IMF’deki ortaklık oranları dünya ekonomisindeki ağırlıklarını yansıtmıyor. Örneğin, Çin, dünya ekonomisinde yüzde 4’den fazla bir paya sahipken IMF’deki ortaklık oranı yüzde 3’ün altında. Aynı şekilde, Güney Kore ekonomisi dünya ekonomisinde yüzde 1.7 gibi bir paya sahipken, IMF’deki ortaklık payı yüzde 0.76 civarında bulunuyor. Bu ülkelerin IMF’deki ortaklık payını artması Amerika’nın ortaklık payının düşmesi anlamına geliyor. Amerika’da kendi payının yüzde 15’in altına düşmesine doğal olarak izin vermeyecektir.
Türkiye’nin IMF’nin sermayesine katkısı 1 milyar SDR’ın biraz altındadır. Oy oranı olarak kabul edilen sermaye oranımız toplamın yüzde 0.45’idir. Büyük bir olasılıkla, milli gelirimizin bugün geldiği göreli büyüklüğü itibariyle, bizim de IMF’deki oy oranımız artmalıdır. Bizim ve Asya ülkelerinin IMF’deki oy oranlarının artması IMF’nin çalışma biçimini ve önceliklerini değiştirecek midir?
DURUM DEĞİŞMEZ
Bu sorunun yanıtı olumlu değildir. Dolayısıyla, IMF’nin önceliklerinin yeniden yapılandırılması sürecinde sonucu etkileme gücü olmayan konularla zaman kaybetmek asıl amaçtan uzaklaştırıcı bir işlev görecektir. Yeni Başkan Rato’nun son çıkışı Avrupa’nın Amerika’ya karşı güç gösterisi gibi görünse de, sonucu değiştiremeyeceği gibi, IMF’nin önceliklerini yeniden oluşturma projesini engelleyici ya da geciktirici bir rol oynayacakmış gibi görünmektedir.
Yüzde 15 gibi bir oya sahip oldukça, Amerika, IMF’nin statüsündeki her türlü değişikliği engelleyebilecek bir güce sahip demektir. Bu gerçeğin bilincinde olarak, bizim gibi ülkelerde önceliklerini iyi tespit etmek zorundadır. Üzüm mü yemek istiyoruz, yoksa bağcıyı mı dövmek istiyoruz?
Gelinen noktada, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlarda Amerika’nın ağırlığını azaltmak olanaksız gibi görünmektedir. Bu kurumlar, başkanları kim olursa olsun, giderek Amerika’nın dış ekonomik ilişkiler kuruluşları gibi çalışmaktadır.