BANKALAR eskiden ciddi boyutlarda kur riski alırdı. Mevzuat ve denetim biraz ciddileştirildi. Görünürde, kur riski bankalar için çok önemli bir risk olmaktan çıktı.
Mevzuatın göreli olarak daha serbest bıraktığı alana kayıldı. Şimdi, bankalar çok ciddi boyutlarda vade riski almaya başladılar. Yani, kısa vadeli borçlanıp göreli olarak çok daha uzun vadeli borç veriyorlar.
Vade riski aynı zamanda likidite ve faiz riskini de beraberinde getiriyor. Çünkü, faizler arttığında, kısa vadeli borçlanmaların maliyeti artıp uzun vadeli çoğu kredilerden aldıkları gelirler değişmeyecek (faiz riski). Aynı zamanda, kısa vadeli borçlanma olanakları daraldığında, borçlarını ödemek durumunda kalıp uzun vadeli kredilerin tahsilatı için vadenin dolmasını bekleyecekler (likidite riski).
Bankalarımız da, bankalarımızı gözeten ve denetleyen kamu otoritesi de durumun farkındalar. Herhalde, herkes hesabını bu riskleri göz önüne alarak yapıyordur.
İŞLETME SERMAYESİ
Bu çeşit riskleri ekonomide yalnızca bankalar üstlenmiyor. Aynı paralelde, şirketler kesimi de benzer riskler almaya başladı. Aldıkları riskler hızla artma eğiliminde. Belki de, bankalar kendi almak istemedikleri riskleri müşterilerine aldırıyorlar.
Yeni yatırım ihtiyacı ve döviz kredilerinin TL cinsinden çok ucuzlamış olmasıyla şirketler döviz kredilerine yüklendiler. Bu kredilerle sabit sermaye yatırımlarını finanse ettiler ve işletme sermayesi ihtiyaçlarını karşıladılar. Yani, döviz borçlanıp TL cinsinden varlıklarını artırdılar. Bankaların geçmişte yaptıkları gibi, giderek artan kur riski alıyorlar.
Bunun dışında, şirketler kesimi, aynı bankalar gibi, vade riski ve buna bağlı faiz ve likidite riski de almaya başladılar. Şirketler arası borç-alacak ilişkisi (ticari borç ve alacaklar) son dönelerde çok daha fazla yoğunlaştı. Satılan malların bedelinin tahsilat süresi uzamaya başladı.
Satılan mallarının bedellerinin tahsil edilmesi süresi uzadığında, doğal olarak, şirketlerin işletme sermayesi ihtiyaçları artıyor. Yani, aldıkları krediler yoluyla sattıkları malların maliyetlerini karşılamaya çalışıyorlar. Giderek uzayan vadelerde tahsilat yapıp kredileri ve diğer borçlarını geri ödemeye çalışacaklar.
Faiz riski alıyorlar, çünkü, kredi faizleri arttığında, ileride yapacakları tahsilat karşılığında aldıkları kredilerin maliyeti artmış olacak. Likidite riski alıyorlar, çünkü, tahsilatların gerçekleşmesi planlanan süreyi aştığında, daha fazla krediye ihtiyaçları olacak. Kısa vadeli krediler yoluyla daha uzun vadeli alacaklarını finanse ediyorlar.
İstanbul Sanayi Odası’nın son anket çalışmasına göre de, şirketlerin büyük bir bölümü işletme sermayesi ihtiyacının arttığından söz ediyorlar. Tahsilat vadeleri uzadıkça, işletme sermayesi ihtiyaçları artıyor.
RİSK İDARESİ
Şimdi, bütün bu risklerin üzerine ‘fiyat riski’ de eklendi. Buna ‘enflasyon riski’ de diyebiliriz. Satılamayan mallar stokta biriktiriliyor. Stokun finansmanı için de kredi alınıyor. Stoktaki malların fiyatı artmayıp faizler arttığında da şirketlerin zarar etmesi söz konusu olacaktır. Çünkü, örneğin, altı aydır stokta duran malın fiyatı değişmediği halde, o stoku tutmak için belli bir faiz ödenmiş olacak. Kar marjları düşecek ya da stok zarar üretmeye başlayacak. Bu gelişme enflasyon lobisinin faaliyetlerinin artmasına neden olabilecektir.
Kısacası, ekonomik birimler son dönemde giderek artan riskler altında çalışmaya başladılar. Ekonomik dengelerin olumsuz yönde değişmesi tüm ekonomiyi finansman sıkışmasına götürebilecektir.
Dolayısıyla, ekonomik dengelerin kalıcılığı ileriye dönük risklerin gerçekleşmesini önlemesi bakımından önemli olmaktadır. Bu arada, şirketlerin de aldıkları riskleri iyi hesaplamaları önem kazanmıştır.