MART ayına yönelik açıklanan Hazine borçlanma programının bir parçası olarak Hazine 2001 yılında çıkardığı dövize endeksli borçlanma senetlerini piyasa şartlarına göre bir kısmını erken itfa edecek. Hazine buna neden gerek duydu?
Borçlunun mali durumu düzeldiğinde ve piyasa şartları olumlu olduğunda, borçlarının bir kısmını erken itfa etmesi normaldir ve akılcı bir davranıştır. Hazine’nin de, normalde haziran ayında itfa edecek borçlanma senetlerini mart ayında geri alıp bunların yerine uzun vadeli borçlanma senetleri satması normal karşılanmalıdır. Bu yolla, hem borç stokunun bir bölümünün maliyeti dövize endeksli olmaktan çıkacak hem de borç stokunun vadesi uzatılmış olacaktır.
Böyle bir yaklaşım neden bir yıl evvel yapılmadı da, şimdi yapılmaya çalışılıyor? Galiba, bu yaklaşımın arkasında borç idaresi ilkelerinden çok döviz kurlarına dolaylı müdahale etme isteği yatmaktadır.
DOLAYLI MÜDAHALE ARZUSU
Beş yıl önce piyasaya çıkmış döviz kuruna endeksli devlet iç borçlanma senetleri üç-beş bankanın elinde bulunmaktadır. Bu bankalar ellerindeki dövize endeksli tahvilleri "döviz varlıkları" olarak kabul ederek döviz üzerinden olan varlık ve yükümlülük miktarlarını dengelemektedirler. Ellerinden döviz varlığı olarak kabul edilen bir varlığın çıkıp yerine TL cincinden varlıklarından girmesi bilançolarında döviz varlıklarını azaltıp döviz üzerinden olan varlık-yükümlülük dengesini bozacaktır. Dengeyi yeniden sağlamak için bankalar döviz alıp döviz üzerinden varlıklarını artırmak zorunda kalabileceklerdir.
Kısacası, Hazine, bankaların bilanço dağılımını piyasa şartları içinde değiştirmeye çalışarak bankaların döviz talebini artırmaya ve dolaylı bir biçimde döviz piyasasına müdahale etmeyi amaçlamış gibi görünmektedir.
Erken itfa edecek borçlanma senetlerinin miktarı 3 milyar dolardır. Bankalar 3 milyar dolar tutarındaki tahvilleri Hazine’ye geri verip yerine eşdeğer YTL tahvilleri alsalar ve başka bir şey yapmasalar döviz pozisyonları 3 milyar dolar kadar daha fazla açığa düşecektir. Bu miktar risk idaresi açısından kendilerine tanınan limitin oldukça altındadır. Dolayısıyla, arzulandığı biçimiyle bankalar ek döviz talebi yaratmayabilirler.
Konunun ilginç yanı, bankaların bu yolla ek döviz talebi yaratıp yaratmayacağı değil, çeşitli maliye ve borç yönetimi politikaları ilkeleriyle para politikası ilkelerinin birbirine karıştırılmasıdır. Döviz kuruna bir kamu otoritesinin doğrudan ya da dolaylı müdahalesi para politikasını ilgilendiren bir konudur. Dolayısıyla, döviz kurlarına müdahale edilecekse, bu Merkez Bankası’nın işidir.
FAYDASI OLMAZ
Maliye ve borç idaresi politikası ise fiyat riskini asgariye çekerek Hazine’nin en ucuz bir biçimde borçlanmasını ilke edinir. Hazine açısından, mart ayından haziran ayına kadar dövize endeksli tahviller mi daha maliyetli, yoksa yıllık bazda yüzde 13’ün üzerinde maliyeti olan YTL tahviller mi daha maliyetli olacaktır? Hazine dövize endeksli tahvillerden YTL tahvillerine geçişte de bir maliyet ödeyecektir.
Maliyeti bir kenara bıraksak da, konuya yaklaşım yanlıştır. Bu çeşit uygulamalar "bir atımlık barut" gibi devamı sağlanamayacak, faydadan çok orta dönemde zararlı olarak uygulamalardır. Piyasa mekanizması içinde merkezi otoritenin debelendiği izlenimini verir ve gizli kalmış zaaflarını ortaya çıkarır.
Piyasa ekonomisine alışmaya çalıştığımız 1980’li yıllarda bunun çok örnekleri yaşanmıştır. Faydadan çok zarar üretilmiştir.