MAYIS ve haziran aylarında yaşanan dalgalanma ile Hazine bonoları faizleri yükseldi. Merkez Bankası da günlük faizlerini yükseltti. Yükselen faizler şimdi düşmekte direniyorlar.
Nisan ayında ikinci piyasada Hazine bonoları faizleri yüzde 13’e yaklaşmıştı. Biraz da bundan cesaret alarak Merkez Bankası nisan ayında gecelik faizleri yüzde 0.25 kadar düşürmüştü. O dönemde yıllık enflasyon yüzde 8’lerdeydi.
Finans piyasalarında yaşanan dalgalanmayla faizler ve kurlar fırladı. Merkez Bankası gecelik faizleri yüzde 17.5’e kadar çıkardı. Hazine bonolarının ikinci piyasadaki faizleri yüzde 23’ü geçti. Dolar kuru 1.70’i gördü. Enflasyon ve enflasyon beklentileri bozuldu.
Daha sonra ortalık büyük ölçüde duruldu. Dolar kuru 1.50 düzeyinde istikrara kavuşma çabasına girdi. Grafikten de görüleceği gibi, Hazine bonosu faizleri biraz düşer gibi oldular, ama yüzde 20’inin altına düşmeye pek niyetleri yokmuş gibi görünüyorlar. Merkez Banaksı gecelik faizlere dokunmuyor. Yıllık enflasyon ise yüzde 10 civarında kaldı.
Yıllık enflasyondaki yaklaşık iki puanlık artışa Hazine bonosu faizleri neredeyse 9-10 puan artarak cevap verdi. Eğer yapılan anketlere inanıyorsak, beklenen enflasyon da nisan ayından bu yana yıllık bazda 10 puan artmış görünmüyor. Beklenen enflasyondaki artış 3-4 puan civarında kaldı. O halde, bu gelişmelere bakarak finans piyasalarındaki hareketlilikle, enflasyon beklentilerinin dışında, ekonomik birimlerin ekonomiye yönelik beklentilerinin önemli ölçüde değiştiğini söyleyebiliriz.
Beklentileri daha olumsuz yapan en önemli etkenlerden biri hiç kuşkusuz küresel bazdaki bir çalkantıdan mayıs ve haziran aylarında en fazla olumsuz tepki veren piyasalardan birinin Türkiye oluşudur. Nedeni ne olursa olsun, Türkiye’nin tepkisinin küresel rahatsızlıklarda daha fazla olması giderek belirsizliklerin arttığı uluslararası piyasalarda Türkiye’nin risk primini artırmıştır.
Türkiye’nin risk primi arttığı halde, Türkiye ekonomisinin yabancı kaynağa olan ihtiyacının ise fiyata çok esnek olmadığı görülmektedir. Finans piyasalarındaki çalkantının Türkiye’de genelde iç talep büyümesini, özel olarak da ithalat talebindeki artışı çok fazla engellemiş görünmemektedir. Dolayısıyla, risklerin arttığı bir ortamda, Türkiye ekonomisinin taze dış kaynak ihtiyacı giderek artmaya devam etmektedir. Talep esnekliğinin giderek azalması arz tarafının hem risklerini artırmaktadır hem de bazı avantajlar sağlamaktadır.
Son verilere göre, cari işlemler açığı yılın ilk sekiz ayında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 45 artarak 22.5 milyar dolara yaklaşmıştır. Son on iki aydaki cari işlemler açığı ise 30 milyar doları aşmıştır.
Cari işlemler açığının ilerideki dönemlerde kolaylıkla finanse edilip edilemeyeceği elbette bir risktir. Hatta, cari işlemler açığının yükseliyor olması bu açıdan Türkiye ekonomisi üzerinde bir tehdittir. Bu riskin bir bölümünün yansıması, finans piyasalarında ortalık göreli olarak durgunlaşmışken, Türkiye’de faizlerde önemli bir direncin oluşması şeklinde kendini göstermektedir. Elbette, siyasi riskler, Merkez Bankası’nın "tepki fonksiyonu" konusundaki belirsizlikler de faizlerin yüksek kalmasına katkı yapmaktadırlar.