GEÇEN cuma günkü ve dünü yazılarımda ekonomik büyümenin toplumca arzulandığı kadar hissedilmemesinin en önemli nedenlerinden birinin ekonomik büyüme ile birlikte artan gelirlerden devletin daha fazla pay almakta olduğunu vurgulamıştım.
Gerçekten de, devlet doğrudan ve dolaylı vergiler yoluyla ekonomide artan gelirleri kendine yönlendiriyor.
Kısa dönemde bu süreçten kaçış yok. Geçmişte borçlanmayı kaynak gören devlet harcadıkça harcadı. Borçlanmalarının önemli bir bölümünü başta kamu bankaları olmak üzere çeşitli mekanizmalarla sakladı. 2001 Krizi’nde "şapka düştü, kel göründü." Kriz sonrası, geçmişte devlete harcamaları ölçüsünde kaynak yaratmayan özel kesim gelirlerini devlete transfer etmeye başladı.
ŞANSLIYDIK
2005 yılında yüzde 5 büyüdüğümüz varsayımı ile yapılan hesaplamalara göre, 2001-2005 döneminde ekonomide toplam harcanabilir gelir 1998 yılı fiyatlarıyla 15.4 katrilyon lira arttı. Bu artışın 7.6 katrilyon lirası devletin harcanabilir gelirlerindeki artıştı, 7.8 katrilyon lirası özel kesimin harcanabilir gelirlerindeki artış oldu. Kabaca, reel olarak ekonomide artan toplam gelirleri devlet ve özel kesim yarı yarıya paylaşmış oldu.
Aynı dönemde, devlet tasarruflarını 7.3 katrilyon lira artırdı. Yani, devlet artan harcanabilir gelirlerini tüketime harcamadı, tasarruf etti. Buna karşılık, özel kesim, artan gelirlerine rağmen, tasarruflarını 1.3 katrilyon liradan fazla azaltıp tüketime yüklendi. Kamu sektörü aynı dönemde yatırımlarını 1 katrilyon lira kadar artırırken, özel kesimin yatırımları 10 trilyon liradan fazla arttı.
Kısacası, ekonomi toplam ekonomik büyümenin yarısına el koyarken tasarruf etti ve geçmişten gelen borçlarını ödeme yoluna gitti. Özel kesim ise, toplam ekonomik büyümenin ancak yarısını elinde tutuğu halde, tüketim ve yatırımlarını artan gelirlerinin çok üzerinde artırdı. Sonuçta, bütün bunlar cari işlemler açığı ile finanse edildi.
Devletin 2001 yılından bu yana sergilediği tavır zorunluydu. Krizden çıkmanın ön koşuluydu. Buna karşılık, 2001 yılından sonraki dönemde yurt dışı piyasalar bizim gibi ülkelere yönelik cömert olmasaydı, özel sektör tüketim ve yatırımlarını artıramayacaktı. Dolayısıyla, ekonomik büyüme gerçekleşemeyebilecekti, ya da en azından, daha düşük bir ekonomik büyüme gerçekleşecekti. Bu durumda, çok daha düşük bir ekonomik büyüme olduğu halde, özel kesimin durumu göreli olarak daha kötüleşmiş olacaktı.
Ekonomik büyüme olmadan ya da çok az olduğu durumda devletin gelirlerini bu denli artıramayabileceği noktasından hareket edersek, kamu finansmanının göreli iyileşmesi bu denli olamayabilecekti. 2001 Krizi’nden sonra Türkiye ekonomisinin zorunlu ekonomik uyumu sürecinin dış piyasaların cömert olduğu bir döneme rastlamış olması aslında özel kesim için de, kamu kesimi için de çok büyük bir şans olmuştur.
NORMALLEŞME
Bu açıdan bakıldığında, ekonomik büyümenin o denli hissedilmemesi normaldir. Daha kötüsü de olabilirdi. Şimdi, büyüme devam ettiği taktirde, artan gelirlerden özel kesimin daha fazla pay alması dönemi başlayacaktır. Normalleşme başlayacaktır. Başlamadığı taktirde, ekonomide son dönemde kazanılan verimlilik artışlarından geri dönüş kaçınılmazdır. Bu taktirde, ekonomik istikrar da tehdit altına girecektir.
Özel kesimin artan gelirlerden daha fazla pay alması döneminde tüketimini ve yatırımlarını aynı hızda artırması ise cari işlemler açığını daha da azdırabilecektir. Önümüzdeki dönemde ekonomi politikaları önündeki en önemli çelişkilerden biri bu noktada olacaktır.