TÜRKİYE’de tüm yatırımlar az ya da çok teşvik edilmektedir. Üretimin en temel direği olan insan ve üretkenliğin en temel unsuru olan insanın eğitimi teşvik edilmemektedir. Bu alanda verildiği sanılan teşvikler yanlıştır. Çünkü, şimdiye kadar teşvik kavramından hep bina yapımını ve makine alımını özendirmeyi anlamışız.
Devletimiz, paraları toplumdaki emeklilere, çalıştırdığı personele ödeyip ödediği paraları borçlandığından, borçlara ödenen faizler nedeniyle eğitim ve sağlık gibi en önemli konulara kaynak bulamamaktadır. 2006 yılı bütçe tasarısına göre, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçesi 16.5 milyar YTL olacaktır.
Yani, devlet öğrenci başına yılda yaklaşık 1000 YTL eğitime kaynak aktarabilmektedir. Biz öğrenci başına yılda 750 dolar harcarken, rekabet etmeye çalıştığımız ülkelerin ortalaması 4000 dolar civarındadır. İyi eğitim veren özel okullarda bir öğrencinin yıllık maliyeti 8000 dolardan aşağı değildir.
TEŞVİK MANTIĞI
Eğitim göreli olarak bütün dünyada pahalı ve giderek pahalılaşan bir endüstridir. Bu eğilimi tersine çeviremeyiz. Tersine çevirmeye çalışmak da kaliteyi düşürmek ve kaynakların israfı anlamına gelir.
Okul binaları yapımına teşvik vererek eğitim teşvik edilmemektedir. Eğitim öğrencilere fırsat eşitliği sağlayarak teşvik edilebilir. Galiba, gündemdeki özel okulları teşvik tasarısı ilk kez böyle bir yaklaşımı benimsiyor. Bu açıdan, çok doğru bir iş yapılıyor.
Doğru bir yaklaşım benimsenirken, sistemin sağlam ve kalıcı ayaklar üzerinde oturtulması amaca ulaşmayı kolaylaştıracaktır. Konuya, özel okulların teşvik edilmesi gibi dar bir çerçevede bakmak yerine, eğitimin topyekun teşviki olarak bakılması çok daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Eğitimde teşvik sisteminin ana direği ‘eğitim kalitesini yükseltmek’ ve ‘öğrencilere fırsat eşitliği sağlamak’ ilkesi olmalıdır.
Bu açıdan bakıldığında, devletin neden olduğu mali yükler (vergi ve benzeri yükler) dışında, özel okulların maliyetini yapay yollarla düşürmeye çalışmak bir amaç olmamalıdır. Yapay yollarla ucuzluğu sağlamak kaliteden ödün vermek anlamına gelir. Önemli olan, eğitim kalitesi artarken belli kriterleri sağlayan öğrencilerin mali kısıtlar nedeniyle bir özel okula gidememesi olasılığı düşürmektir.
Özel okullara ucuz elektrik ve su sağlamak, bu amaca hizmet etmeyeceği gibi, maliyete karışan devletin, ürünün fiyatına karışmak gibi bir hakkı da elde edeceği bir ortam yaratacaktır. Bu yaklaşım bizim geleneksel teşvik mantığımıza uygundur, ama yanlıştır. Devlet okulların bütçelerini denetlemelidir, ama okulların ücretlerine karışmamalıdır.
EĞİTİMDE VERGİ
Özel okullar ücretlerinin velilerin vergi matrahından (vergi yükümlülüğünden değil) düşürülmesi doğru bir yaklaşımdır. Ama, bu çeşit düzenlemeler, kalıcı olmaları için vergi yasalarında yapılmalıdır.
Bir şirket üretimde kullandığı bir makineyi finansal kiralama yoluyla aldığında, ödenen KDV oranı yüzde 1 olurken, okul ücretleri yüzde 8 KDV’ye tabidir. Eğitim, yatırımların en önemlisi ve en kutsalıysa, eğitimde KDV sıfırlanmalıdır. İleride, eğitilen kişilerin kazandığı ücretlerden alınacak vergilerle bu KDV kaybı fazlasıyla karşılanacaktır.
Eğitimde fırsat eşitliği yaratmanın en önemli unsuru olarak ‘eğitimde mali kısıdı yumuşatmak’ ilkesi benimseniyorsa, özel okulları ucuz değil, gidilebilir yapmak amaç olmalıdır. Eğitimde vergi ve benzeri yüklerin kaldırılması ve okul harcamalarının (kitap, araç ve gereçler dahil) vergi matrahından düşürülmesi bu amaca hizmet edecektir. Ama, bunun esas yolu özel okullara çocuklarını gönderen velilerin uzun vadeli, makul maliyetlerde kredi alabilmeleri ve okulların ihtiyaç içindeki velilere mali yardım vermesinin özendirilmesidir.