MASA başında ne denli şikayetçi olsak da, düşük döviz kurlarının giderek daha fazla müptelası oluyoruz. Kazara döviz kurları fırlasa, bugün döviz kurlarından şikayetçi olanlar da "ne oluyor, batıyoruz!" diye feryat etmeye başlayacaklar.
Birçok açıdan, döviz kurlarının bu düzeylerde kalması hem mikro hem de makro dengelerin bugünkü düzeylerde devamının bir ön şartı haline geldi. Hatta, enflasyon hedeflemesine odaklanmış para politikasının da en önemli parametrelerinden biri oldu.
Döviz kurlarının farklı bir düzeyde ama daha yüksekte oluşmaya kalması (örneğin yüzde 30 yukarıda) elbette yeni dengelerin oluşmasını gerekli kılacaktır. Ama, yeni dengeler oluşurken, enflasyon hedeflemesi çökecektir. Şirketler batacaktır. Ekonomi ciddi bir daralma sürecine girecektir. Dolayısıyla, ekonomi döviz kurlarına şimdi çok daha hassas hale geldi. Bu alanda ekonominin geçmişe göre daha dayanıklı hale geldiğinden söz etmek şimdilik pek mümkün görünmüyor.
REEL SEKTÖR
Geçen hafta Türkiye’nin en büyük 500 şirketinin bilançoları açıklandı. Bilançolarda herkesin dikkatini çeken nokta, şirket kárlarının çok önemli bir bölümünün döviz kurlarının düşmesiyle beraber şirket borçlarının düşmesiyle oluştuğu oldu. Yani, şirketlerin dövizde açık pozisyonu gerçekleştirilen kárların ana kaynağı görünümünde. Aynı, 2001 öncesi bankacılık sisteminin içinde bulunduğu duruma benzer resim söz konusu.
Elimizde herhangi bir veri yok ama, durum 500 büyük şirketin altındaki 5000 şirket için de çok farklı değil. İhracata yönelik üretim yapan şirketlerde de kárlar çoğunlukla üretim ve satıştan değil, döviz borçlarının yeniden değerlenmesinden kaynaklanıyor. Hatta, bazılarında, zararlar bu yolla kára dönüşüyor.
Bu şartlarda, döviz kurlarının yüzde 30-40 yukarı gitmesi bilançoları alt-üst edecektir. Kárlar zarara dönecektir. Bazı şirketler kredilerini çevirmekte zorlanacaktır. Üretim düzeyi kaçınılmaz olarak düşecektir. Bu açıdan, döviz kurlarının bu düzeyde kalması, hatta daha da düşmesi üretimin ve ekonomik büyümenin itici gücü durumundadır.
ENFLASYON
Enflasyon hedeflemesi açısından da durum farklı değil. Kurlardan enflasyona geçişin düşünüldüğü kadar azalmadığını 2006 yılının ortasında gördük. Merkez Bankası enflasyon hedeflemesi politikasında son şansını deniyor, elindeki son kozu kullanıyor. Hedef değiştirildikten sonra, nedeni ne olursa olsun, Merkez Bankası’nın enflasyon hedeflemesi politikasında bir kez daha başarısız duruma düşmesi bu politikanın çöpe atılması anlamına gelecek. Dolayısıyla, Merkez Bankası açısından döviz kurlarındaki istikrar eskiye göre çok daha önemli hale geldi. Bu konuda çok daha tutucu olmaktan başka seçeneği kalmadı. Para otoritesinin de böyle düşünüp düşünmediği çok önemli.
Döviz kurlarında rahatsız edici boyutlarda bir artış eğiliminin oluşması durumunda Merkez Bankası’nın nasıl bir tavır alacağını henüz bilmiyoruz. Ama, piyasalar bir dönemde Merkez Bankası’nın nasıl bir tavır alacağını mutlaka sınayacaklardır. Beklendiği gibi tepki verildiğinde, döviz kurları konusunda mali piyasalar ve reel sektör rahatlayacaktır. 2006 yılında olduğu gibi, "dalgalı kur sisteminde müdahale olmaz" anlayışıyla döviz kurlarındaki yukarı yöndeki harekete seyirci kalındığında, taşlar yerinden oynamış olacaktır. O takdirde, ne enflasyonla mücadeleden söz edebileceğiz, ne de ekonomik büyümeden.
Beğensek de, beğenmesek de, döviz kurlarının bu düzeylerine müptela olmuş durumdayız. O halde, kurları bu düzeylerde tutabilecek döviz girişlerinin devam etmesinden başka çaremiz yok. Enflasyonu kalıcı olarak düşüremediğimiz takdirde, bu durumdan çıkabilme şansımız da yok gibi.