Küresel düzeyde sermaye hareketleri yaygınlaşıp derinleştikçe kırılganlıklar artıyor. Belli bir ülke ya da yöredeki ekonomik çalkantıların "bulaşıcı" olma riski oluşuyor.
Artan risklerden yalnızca bizim gibi ülkeler değil, tüm dünya tedirgin oluyor. Son yıllarda finans piyasalarını düzenleme ve denetleme konumunda olan kuruluşların aralarında konuştukları en önemli konulardan biri küresel sermaye hareketlerinin finans sistemlerinde yarattığı risklerdir.
Asya ve Rusya Krizleri’nden sonra küresel bazda para politikası gevşemeye başladı. Dünyanın belli başlı ülkelerinde faizler son olarak 1930’lardaki Büyük Depresyon döneminde görülen düzeylere indi. Örneğin, merkez bankası faizleri Amerika’da yüzde 1’e, Japonya’da yüzde 0’a kadar geriledi.
PİYASA ÇOK BÜYÜDÜ
Küresel düzeyde likidite arttı. Artan likidite zaman içinde hızla üreyerek yeni yatırım alanları peşinde koşmaya başladı. Amaç, hem getiriyi azamiye çekmek hem de yatırımları yaygınlaştırmaktı. Dolayısıyla, artan likiditenin en önemli hedefleri gelişmekte olan ülkeler (emerging markets), dış açık veren gelişmiş ülkeler (ABD gibi) ve emtia oldu.
Bu alanlarda yatırımlar hızla arttı. Örneğin, emtia yatırımları 1990’ların sonunda 3-5 milyar dolarken, 2006 yılı ortasında 150 milyar dolara dayandı. Gelişmekte olan piyasalara giden uluslararası sermaye net bazda yıllık 200 milyar dolar civarındayken, şimdi yıllık 500 milyar doları geçti. Eskiden gelişmekte olan piyasalara giden sermaye Asya ekonomilerinde yoğunlaşırken, şimdi Doğu Avrupa ülkeleri, Rusya ve Türkiye’nin parlamasıyla gelişmekte olan ülkelere giden sermayenin yarısından fazlası Avrupa kıtasına gidiyor.
Yalnızca Amerikan ekonomisi yılda 700-800 milyar dolar taze küresel sermaye çekiyor. Küresel düzeyde ülkeden ülkeye dolaşan uluslararası sermaye akımının dünya milli gelirinin on katına çıktığı tahminleri yapılıyor.
Rakamlar bu boyutlara gelince, finans piyasalarını düzenleme ve denetleme konumunda olan ulusal otoriteler kendi aralarında işbirliğine gitmek zorunda olduklarını hissetmeye başladılar. Özellikle Amerika’dan gelen rüzgarla, denetim otoriteleri daha korumacı ve tutucu bir tavır alınması gerektiği konusunda fikir oluşturmaya başladılar. Bu konuda Avrupa Birliği farklı bir tavır içinde görünüyor. Bazı etkin iktisatçılar küresel düzeyde bir denetleme otoritesinin gereğinden söz etmeye başladılar.
HEDGE FONLAR
Elde ettikleri varlıkları teminat olarak kullanarak borçlanan ve bu şekilde 10 birimlik sermaye ile 200 birim varlık biriktirme ilkesiyle hareket eden "hedge fonlar" son dönemde denetleme otoritelerinin hedefi haline geldiler. Küresel sermaye akımları kesintiye uğrayacaksa, neredeyse herkes hedge fonların batmasıyla kar topunun yuvarlanmaya ve büyümeye başlayacağını düşünüyor. Avrupa Birliği’nin Komisyon düzeyindeki görüşü ise hedge fonların o denli kötü şeyler olmadığı ve kendilerini iyi anlatamadıkları yönünde.
Hedge fonların küresel sermaye akımlarında önemli bir risk oluşturdukları aslında o denli tartışmalı bir konu gibi görünmüyor. Bu fonlar ellerinde tuttukları varlıkların fiyatlarının çok hızlı bir biçimde düşmesi durumunda borçlarını ödeyemeyip müflis duruma düşebiliyorlar. Geçmişte bu çeşit olaylar yaşandı. Ama, büyük boyutta bir facia olmadı.
Son yıllarda hedge fonlar konusunda konuşulan risklerin iki önemli boyutu var. Birincisi, bu fonların sayıları son yıllarda çok arttı ve mali varlıkları çok büyüdü. İkincisi ise, dünya ekonomilerinin yavaşlayıp emtia ve hammadde fiyatlarının alt-üst olması olasılığı. Yani, dünya ekonomileri yumuşak bir inişi beceremezse, küresel finans sisteminin de büyük riskler altında olduğu düşünülüyor.