TÜRKİYE’nin kalıcı bir ekonomik istikrarı tesis etmek için verdiği mücadelede başarılı olup olamayacağının en önemli parametresi istikrarla uyumlu üretimde verimlilik artışlarını sağlayıp sağlayamayacağıdır.
Çekilen ve çekilecek sıkıntılardan kaynaklanan baskılara hükümetin direnmesi gerektiğinin önemi bu noktada çok fazla abartılamaz.
Son dört yılda üretimde belli bir verimlilik artışı sağlanmıştır. Ama, artışın yeterli olduğunu savunmak zordur. Bugüne kadarki verimlilik artışlarının önemli bir bölümü bir kereye mahsus önlemlerin neden olduğu verimlilik artışlarıdır. Bundan sonra, verimlilik artışlarını hızlandıracak yatırımlar yoluyla rekabetçi üretime geçmenin önemi daha da artmaktadır.
MALİYETSİZ KAYNAK
Verimlilik artışının bir başka boyutu ölçek ekonomisidir. Bu yöndeki eğilimler giderek daha belirgin hale gelmektedir. Küçük şirketler giderek daha zor bir ortamda çalışmak durumunda kalmaktadırlar. Orta ölçekli şirketler durumu idare etmektedirler. Büyük ölçekli şirketler ise göreli olarak daha iyi durumdadırlar.
Türkiye ekonomisinin önemli bir bölümünün küçük-orta ölçekli işletmelerden oluştuğu düşünülürse, konunun önemi çok açıktır. Küçük-orta ölçekli işletmelerin rekabetçi bir ortamda yaşayabilmesi için iki seçenek görünmektedir. Birincisi, birleşmeler yoluyla ölçek ekonomisini artırmanın yolları aranacaktır. İkincisi ise, küçük-orta ölçekli işletmeler eski alışkanlıklarını bırakıp daha şeffaf olmak zorundadırlar.
Tek başına şeffaflık şirketleri elbette tek başına istikrarlı ortamda yaşamak için gerekli verimlilik düzeyine getirmeyecektir. Kayıt dışına çıkarılarak oluşturulan servetler yeniden şirketlerin içine konmak zorundadır. Rekabetin gerektirdiği işletme sermayesi ihtiyacının maliyetli kaynaklarla karşılanması giderek zorlaşmaktadır. Aynı şekilde, ticari borç-alacak ilişkisi de küçük-orta ölçekli işletmelerin aleyhine sonuçlanmaktadır. Çözüm, işletmelere maliyetsiz kaynak (sermaye) pompalamaktır. Şirkete koyacak paraları olsa da, "bu vergi yapısıyla şirkete sermaye konur mu?" yaklaşımı benimseyenlerin şirketleri ya sermayesi olan işletmelerce yutulacaklardır ya da sermayesi olan ellere geçeceklerdir.
Küçük-orta ölçekli işletmelerde bu yönde bir direnç varmış gibi görünmektedir. Bu nedenle, vergi ve finansman giderleri hariç yaratılan fazla bu ölçekteki işletmelerde giderek finansman giderlerini karşılayamaz duruma gelmektedir. Bu eğilimi ters çevirmek olanaksızdır. Direnç, bu ölçekteki işletmelerin riskini giderek artıracaktır. Enerji maliyetleri ve istihdam üzerindeki yükler işletmelerin sorunudur. Ama, burada söz edilen sorunların çözümü enerji maliyetlerini ve istihdamın üzerindeki yükleri azaltmakla sınırlı değildir.
TARIM
Sanayi üretiminde küçümsenmeyecek bir yapısal dönüşüm yaşanırken, tarımsal üretimin "eski tas, eski hamam" şeklinde devam etmesi olanaksızdır. Türkiye ekonomisinin önemli kanayan yaralarından biri tarımsal üretimdeki verimsizliktir. Tarım sektörünün rekabetçi olabilmesi için kurumsallaşma ve örgütlenme ile aynı paralelde verimlilik artışı sağlaması kaçınılmaz olmaktadır.
Bugüne kadar tarımdaki verimsizliğin devlet sübvansiyonlarıyla üreticilere tam olarak yansıması önlenmeye çalışıldı. Bir anlamda, tarımdaki devlet desteği verimsizliği daha da teşvik etti. Artık, bu yolun da sonuna gelindi.
Kalıcı ekonomik istikrarı tesis etmenin gereklerinden biri kamu finansmanında kalıcı bir disiplin sağlamak ise, bir diğeri üretimde kalıcı ekonomik istikrarla uyumlu verimliliği sağlayacak yapısal dönüşümün başarılmasıdır. Son dört yılda birincide önemli mesafeler alındı. Daha gidilecek yol var. İkincisi ise yeni başlıyor. Göreli istikrarın hissedilmemesi, aksine göreli istikrardan olumsuzlukların yaşanmasının en önemli kaynağı de zaten bu gereklilik.