PİYASA ekonomisi geliştikçe ekonomi politikalarının "hesap verebilirlik" niteliği hem oluştu hem de değişti. Örneğin, döviz mevzuatı serbestleştikçe yanlış ekonomi politikaları uygulamalarında ısrar döviz kurlarını uyarı sinyali haline getirdi.
Siyasetçiler döviz kurlarından gelen sinyallerden çok korkmaya başladı. Bu çeşit bir sinyal siyasetçilerin yanlıştan geri adım atmalarını zorunlu kıldı.
Benzer bir olgu Hazine bonosu piyasasının gelişmesiyle de yaşandı. Yanlış ekonomi politikaları faizlerin fırlamasına neden oldu. Döviz kurlarının fırlaması kadar olmasa da, bu da siyasetçileri bir ölçüde korkuttu. Çıkar yol aranmaya başlandı. En azından, siyasetçiler piyasa dengelerinden şikayetçi olmaya başladılar.
Bugün hálá döviz kurlarının patlaması siyasetçilerin korkulu rüyasıdır. Faizlerin üç-beş puan yükselmesi siyasetçileri aynı derecede korkutmaz. Ama, genelde, piyasalar ekonomi politika yapıcıları açısından en etkin sopa oldu. Buna rağmen, ekonomik sorunlara çözüm arayışlarının henüz doğru yönde değiştiğini söyleyemeyiz.
DOĞRU YAKLAŞIM
Bütçe açığının yüksekliği, en azından konuşmalarda, artık kötü bir şey olarak vurgulanıyor. Uygulamaya geldiğinde, bütçe açığı yükselir diye harcamalardan kaçınıldığı iddia edilemez. Yeni bir yaklaşımla, artan harcamalar için yeni bir kaynak aranıyorsa, dolaylı vergilerin artırılması akıllara geliyor. 2001 yılı sonrasının uygulaması böyle. Eskiye göre bir ilerleme olduğu düşünülebilir. En azından, harcamalar için ek kaynağın daha fazla borçlanma olabileceği artık eskisi kadar sık düşünülmüyor.
Geçenlerde sessiz sedasız akaryakıt üzerinden alınan özel tüketim vergisi (ÖTV) oranı yükseltildi. Petrol fiyatlarının artmasıyla zaten artan benzin ve mazot fiyatları vergi artışı yoluyla biraz daha arttı. Son yedi yıldır bu çeşit uygulamalarla toplam vergi gelirlerinin neredeyse dörtte üçü ÖTV ve KDV gibi dolaylı vergilerden oluştu. Devlet doğrudan vergi almayı ikinci, hatta üçüncü plana attı.
Doğru yaklaşım, vergi artırmayı gerektirecek harcama artışından kaçınmaktır. Aksine, vergileri düşürmeye zemin hazırlayacak harcama tasarrufu esas olmalıdır. Kaçınılmaz olarak harcama artışı söz konusu olduğunda, kdv ya da ötv gibi dolaylı vergilere değil, ek gelir ve kurumlar vergisi yoluyla gelir artışı hedeflenmelidir.
Doğru yaklaşımın etkin bir biçimde çalışabilmesi için kayıt dışılığın azaltılması gerekiyor. Kayıt dışılığı azaltana kadar ötv ve kdv gibi vergilere yüklenmek ise kayıt dışılığı artırıcı bir işlev görüyor. Dolayısıyla, doğru çözümü gerçekleştirebilecek ortam hiçbir zaman oluşturulamıyor. Devlet vergi alanında vergiden kaçınanları değil, vergisini verenleri taciz etmeye başlıyor. Vergi verenleri de vergi vermekten kaçınmaya zorluyor. Kayıt altına girmenin maliyetini doğrudan ve dolaylı yollarla artırıyor.
ZAMAN KAYBEDİLİYOR
Vergi barışı adı altında getirilen vergi afları da soruna çözüm olmaktan çok uzak. Aksine, neredeyse her hükümet döneminde yenisi çıkarılan vergi afları kayıt dışılığı artırıyor. Bir sonraki vergi affını siyasi açıdan zorunlu hale getiriyor. Vergi verenlerin değil, vergi vermemekte direnenlerin ödüllendirildiği bir ortam oluşturuluyor. Başına bir bela gelmesin diye sosyal güvenlik sistemine borçlu olanların ödemelerini yaptıktan sonra çıkan af böyle bir işlem görmedi mi?
Çözüm yollarını değiştirmediğimiz takdirde, kamu finansman dengesindeki göreli disiplinin orta-uzun dönemde kalıcı olması pek mümkün görünmüyor.
Önümüzdeki dönemde kamu finansmanında göreli disiplinin bozulduğu ya da bozulacağı yönde izlenimlerin güçlenmesi piyasaların tepkisini çekebilir. Önce faizlerin artmasıyla kendini gösterebilecek tepki daha sonra siyasetçilerin anladığı dili konuşarak döviz kurlarını hareketlendirebilecektir. İş buralara varmadan, Türkiye doğru çözümleri uygulamaya koymaya başlamalıdır.Zaman aleyhimize çalışıyor.