YILLAR önce rahmetli Demir Demirgil, "konjonktüre bakmayın orta dönemde bir Amerikan Doları iki Alman Markı’dır" derdi.
Aynı şekilde, "Amerika’da kısa vadeli faizler orta dönemde yüzde 6, Almanya’da da yüzde 4’dür" diyerek hocamız orta dönemde kurlarda ve faizlerde bir çekim merkezi düzeyi olduğunu vurgulardı.
Bizler fiyatlarda bir çekim merkezi düzeyi olduğu kavramını doğal olarak algılayamazdık. Çünkü, Türkiye’de fiyatlar devamlı yükselirlerdi. Dolayısıyla, enflasyonla beraber giderek "orta dönemli fiyat" kavramı da Türkiye ekonomisinde yok oldu.
1970’li yılların sonunda ve 1980’li yılların başında Amerika’da faizler yüzde 20’lere kadar çıktı. 1997 ve 1998 yıllarında yaşanan küresel krizlerin sonrasında Amerika’da faizler yüzde 1’e kadar düştü. Şimdi, faizler yeniden yüzde 6’ya yaklaşıyor. Zaten, ekonomiyi son otuz yıldır izleyenlere sorarsanız, konjonktürden bağımsız, Amerika’da faizlerin yüzde 6 civarında olduğu cevabını alırsınız.
Henüz çok fazla bilgimiz olmadığı halde, orta dönemde bir Amerikan Doları’nın bir Euro’ya eşit olacağı yönünde de bir yargıya varabiliriz. Euro’nun ilk piyasaya çıkışında, bir Euro 1.17 dolar civardaydı. Daha sonra parite 0.8’e kadar düştü. Bir ara 1.30’ları gördük. Bugünlerde 1.25’lerde salınıyor. İleride paritenin yeniden 0.8’lere gelmeyeceğini hiç kimse iddia edemez. Dolayısıyla, Euro-dolar paritesinde orta dönemli çekim merkezi düzeyi bir olabilir.
ÇAPALAR YIKILDI
Enflasyon düşüp fiyat istikrarı oluştukça, Türkiye’de de çekim merkezi olacak fiyat düzeyleri oluşması kaçınılmazdı. Hatta, daha da ileri giderek, bir ekonomide çekim merkezi fiyat düzeyleri oluşmasının bir anlamda fiyat istikrarının da bir güvencesi olduğunu söyleyebiliriz. Piyasalarda son yaşanan çalkantılarla Türkiye bu yolda önemli sayılabilecek bir fırsatı kaçırmıştır. En azından, yeniden aynı duruma gelebilmek için daha uzun bir zamana ihtiyaç vardır. Geçici olabilecek, ama kısa dönemde "çapa" rolünü oynayabilecek potansiyel çekim merkezleri düzeyleri dağılıp gitmişlerdir.
Faizler yüzde 13’lerde alışkanlık yapmaya başlamıştı. Dolar kuru 1.35 YTL civarında çekim merkezi olma yolundaydı. Hatta, 1.30’a indiğinde gözlenen Merkez Bankası müdahaleleriyle, piyasalar Merkez Bankası’nın da 1.35 düzeylerinde memnun olduğunu düşünmeye başlamışlardı. Her ay yüzde 0.5 civarındaki enflasyon rakamları da doğal karşılanmaya başlamıştı. Önce, enflasyondaki çekim merkezini kaybettik. Ardından, faizlerdeki ve kurlardaki çekim merkezleri alt-üst oldu. Yıkılan bir çekim merkezi diğer çekim merkezlerinin de sallanmasına ve sonunda yıkılmasına neden oldu.
NE KAZANDIK?
Döviz kurları yükselirken, kısa vadeli faizleri artırmanın da ötesinde döviz piyasasına Merkez Bankası’nın müdahalesi kurların "çekim merkezi" düzeyinden fazla uzaklaşıp beklentileri alt-üst etmemesi açısında önemliydi. Ama, ekonomi politikası "Türk parası çok değerlendi" saçmalığına kurban gitti. Kurlar yükselirken bir çoğumuz "bu bir düzeltmedir" diye düşünüp Merkez Bankası’nın piyasalara karışmamasını savunduk. Sonradan panikleyip tüm kesimler Merkez Bankası’nı piyasalara karışmaya davet etti. Sonunda ne oldu?
Enflasyon artış eğilimine girdi. Bu olguyu ilerideki aylarda daha iyi anlayacağız. Ama, doğru politikalar uygulanırsa, Türk parası bulunduğu noktadan yeniden değerlenmeye başlayacaktır. Yani, kurlar aynı düzeyde kalıp, hatta düşerken, daha yüksek enflasyonla baş başa kalacağız. Ne değişecek? Hiçbir şey. Bir şeyleri değiştirmeye kalkarsak, yeni ekonomik krizlere de davetiye çıkarmış olacağız.
O halde, son dönemde yaşanan kafa karışıklığı ile Türkiye ekonomik istikrar yolunda boşu boşuna hem zaman hem de irtifa kaybetti.