KISA dönem içinde bir ülkeye akan yabancı sermaye büyük ölçüde dışsal bir olaydır.
Yani, yabancı yatırımcılar portföylerinin bir kısmını gözledikleri ekonomik dengede beklentiler doğrultusunda her hangi bir ekonomiye kaydırabilirler. Sermaye hareketleri serbest olan bir ekonomide kısa vadede bu konuda yapılacak faza bir şey yoktur.
Cari işlemler açığı ise içsel bir olaydır. Bir ülkedeki ekonomik dengelerin sonucunda cari işlemler dengesi oluşur. Ülkedeki toplam tasarruflar toplam yatırımlardan daha az ise cari işlemler açığı oluşur.
İKİ BAĞIMSIZ GELİŞME
Cari işlemler açığı verebilmek için mutlaka yabancı sermaye girişi gerekir diye bir kural yoktur. Yabancı sermaye gelmese de, cari işlemler açığı verilebilir. Açığın finansmanı böyle bir durumda döviz rezervlerinin kullanılması yoluyla olur. 1970’li yıllarda bu olguyu çok yaşamıştık.
Yabancı mali sermayenin ülkeye akması cari işlemler açığının finansmanını kolaylaştırır. Yani, yabancı yatırımcıların getirdikleri paralarla bir ülke kolayca tasarruflarının üzerinde yatırım yapabilir hale gelebilir. 1980’li yıllardan bu yana da bu olguyu yaşıyoruz.
Bir ülke cari işlemler fazlası verse dahi çok büyük yabancı mali yatırımlar çekebilir. Bugünlerde Türkiye, Macaristan, Güney Afrika gibi ülkelerin dışında birçok gelişmekte olan piyasalarda durum zaten böyledir.
Cari işlemler açığı yabancı sermaye akımları yoluyla kolayca finanse edildiğinde, sorunun hafife alınması bilinen bir gerçektir. Buna karşılık, uluslararası sermaye akımlarının ülke parasının reel değerlenmesi yönünde döviz kurları üzerine yaptığı baskı cari işlemler açığı ile uluslararası sermaye hareketleri arasında doğrudan bir ilişki varmış izlenimi verir. Bu tam olarak doğru değildir.
Cari işlemler açığını asıl oluşturan etken tasarrufların azalması (tüketimin artması) ve/veya yatırımların çok hızlı artmasıdır. Paranın reel olarak değer kazanması bu olguyu ancak daha da artırıcı bir etken olabilir. Yani, döviz kuru gelişmeleri iç talebi bir ölçüde etkileyebilir. 1980’li yıllarda Türkiye paranın reel değer kaybettiği dönemlerde de cari işlemler açığı vermiştir.
Faizleri düşürerek uluslararası sermaye hareketlerini etkileyebilmek çok fazla gerçekçi değildir. Aksine, faiz düşüşleri iç talebi artırıcı rol oynadıklarından, uluslararası sermaye akımını yavaşlatmaya çalışırken, cari işlemler açığının daha da büyümesine neden olabilir. Son dönemde biraz bu olguyu yaşadık galiba.
İKİLEM
Ekonomi politikaları açısından, uluslararası sermaye akımları ciddi bir ikilem yaratmaktadır. Ekonomik büyümenin önünü kesmeden bu ikilemi çözebilmek olası görünmemektedir. Çünkü, cari işlemler açığını azaltacak tek etken iç talep kısılmasıdır. Uluslararası sermaye hareketlerini bir şekilde yasaklamak ya da sınırlandırmak ise orta vadede bir çözüm yerine, daha çok sorun yaratır.
Uluslararası sermaye hareketlerinin döviz kurları üzerinde yarattığı baskı ile mücadelenin tek yolu ise kısa vadede Merkez Bankası’nın bilançosunun esnek olmasıdır. Yani, Merkez Bankası döviz alımları yoluyla büyüttüğü bilançosunu döviz dışı işlemler yoluyla küçültebilmelidir. Gerektiğinde, Merkez Bankası’nın göreli olarak uzun vadeli borçlanabileceği (örneğin altı ay) bir piyasa oluşturulmalıdır.
Büyümeden feragat edilmeye yanaşılmadığı ve Merkez Bankası bilançosuna esneklik getirilemediği taktirde cari işlemler açığı ve uluslararası sermaye akımlarının döviz kurları üzerindeki baskılarıyla ancak "mini çalkantılar" yoluyla mücadele edilebilir. Bu yaklaşım çözüm olabilir, ama enflasyonla mücadeleyi sekteye uğratır. Türkiye şimdilik bu stratejiyi izliyor görünümündedir.