TARİHİMİZİN en kapsamlı istikrar programının devreye alınması küresel sermaye hareketlerinin de ne yoğun yaşandığı bir döneme rastladı. Bu tesadüf istikrar programının uygulanmasını kolaylaştırdı.
Küresel sermaye akımları sayesinde enflasyonun düşüşü hızlandı. Enflasyonun düşürülmeye çalışıldığı bir dönemde ekonomik büyümeden hiçbir fedakarlık yapılması gerekmedi. Aksine, ekonomik büyüme hızlandı.
Bütün bunlar ekonomik istikrar yolunda Türkiye’nin hiçbir şey yapmadığı anlamına gelmiyor. Küresel sermaye hacmindeki artış Türkiye’nin yaptıklarını tamamlayıcısı oldu. Ama, aynı zamanda, beraberinde riskler oluşturdu.
Küresel sermaye akımlarındaki artış Türkiye ekonomisi için cari işlemler açığındaki artış anlamına geldi. Cari işlemler açığının artışı sayesinde enflasyon daha hızlı düştü, ekonomik büyümeden fedakarlık yapılması gerekmedi.
ÇARESİZLİK Mİ?
Şimdi bir dönüm noktasına yaklaşmış gibi görünüyoruz. Bugüne kadar cari işlemler açığının artışına tek gözle bakıp fazla önemsemedik. Ama, uluslararası piyasalardaki gelişmeler ve mayıs-haziran aylarında yaşanan çalkantılar Türkiye’nin cari işlemler açığına kayıtsız kalamayacağının işaretlerini verdi.
Ekonomik büyümeden biraz fedakarlık edilmesinin makro ekonomik riskleri yönetebilmek için önemli olduğu anlaşılmaya başlandı. Bu noktada bir başka sürpriz yaşandı. Son açıklanan milli gelir rakamları herkesi şaşırttı.
Ekonomik büyüme yüzde 8’lerden yüzde 3’lere düşmüş göründüğü halde, büyümenin öncü göstergesi olarak kabul edilen ithalat rakamları benzer bir eğilim göstermedi. Ara malları ithalatındaki artışta heyecan verici bir daralma görülmediği halde, ekonomik büyüme dikkat çekici bir biçimde küçülmüş göründü. Bu olgu yeni bir soruyu gündeme getirdi: dış açığı makul sınırlara çekebilmek için ekonomik büyümeden fedakarlık etmenin boyutları ne olmalıydı?
Son verilerin ima ettikleri gibi, gerekli fedakarlık çok büyük olacaksa, dış açık riskini azaltacak büyümeden fedakarlık dışında başka yollar yok muydu? Bu sorunun yanıtı da eskiden beri kur rejimine takılıp kalmaktadır. Eğer Türk parasının son beş yıldır reel olarak değerlenmesine izin verilmesiydi, Türkiye ekonomisinin dış açık sorunu olmazdı gibi bir yargıya ulaşılmaktadır.
Çeşitli nedenlerle kur rejiminin sorgulanması istenmiyorsa, çözüm, küresel sermaye hareketlerinin bir biçimde kontrol edilip döviz kurları üzerinde baskı yaratmalarının hafifletilmesi olarak görülmektedir. Ekonomi politikaları çaresiz gibi görününce, çözüm kabalaşmaktadır. Bu sorun, yalnızca Türkiye için değil, küresel sermaye akımları alan tüm gelişmekte olan ülkeler için geçerlidir.
TAYLAND’IN ÇIKIŞI
Geçen hafta Tayland’ın girişimi böyle bir düşünce sisteminin ürünüydü. Yalnızca kendilerini batırmadılar bizim gibi diğer gelişmekte olan ülkelerin de risklerini artırdılar. Yabancı yatırımcılar açısından, küresel sermaye akımlarını idare etmekte zorlanan tüm ülkelerde, Türkiye’de dahil, sermaye hareketlerine kısıtlama koyma riski Tayland’ın son hareketiyle artmıştır.
Benzer ülkelerin Tayland’ı takip etme olasılığı sıfıra yakındır. Yine de, Tayland, küresel riskleri artırarak yalnızca gelişmiş ülkelerde değil, gelişmekte olan ülkelerdeki politika koordinasyonun önemini bir kez daha göstermiştir.