YILIN ikinci çeyreğine yönelik milli gelir büyümesi herkesi şaşırttı. Piyasalardaki dalgalanma sonucunda yükselen faizler ve döviz kurları büyümenin düşmesine ilaç olamadılar.
Büyüme beklentileri aştı, ama genelde büyümenin yılın ikinci yarısında düşeceği yönünde bir beklenti oluştu. Bugüne kadar büyüme yavaşlamadıysa, bundan sonra yavaşlar görüşü hakim olmaya başladı. Merkez Bankası’nın görüşü de aynı paralelde.
Yapılan yorumlara göre, kur ve faiz artışlarının etkisi hemen kendini göstermedi. Belli bir zaman aralığından sonra, örneğin altı ile dokuz ay arasında, kur ve faizlerdeki artışlar ekonomik büyümeyi yavaşlatıcı etki yapacaktır deniyor.
İlk bakışta bu yöndeki yorumlar inandırıcı geliyor. Makro ekonomik verilerde, belli bir zaman aralığından sonra birbirleri üzerindeki etkiler daha açık ortaya çıkar. Türkiye ekonomisinde bu zaman aralığı oldukça kısadır. O nedenle de, Türkiye ekonomisi "çok dinamik" olarak nitelenir. Türkiye ekonomisinde tepkiler neredeyse eş zamanlıdır. Özellikle büyüme konusunda böyledir.
KRİZ Mİ BEKLENİYOR?
2000 yılında yüzde 6 büyüyen Türkiye ekonomisi 2001 yılında yüzde 9.4 küçüldükten sonra 2002 yılında yüzde 7.9 büyüyebilmiştir. Olumlu yönde de, olumsuz yönde de, özellikle makro ekonomik büyüklükler çok çabuk tepki vermektedir. Büyümede dikkat çekici düşüşler hep şiddeti farklı krizler yoluyla olmuştur.
2006 yılında bu genel eğilimin aksini beklemek ya çok fazla iyimserlik ya da çok fazla kötümserlik olmaktadır. Dört başı mamur bir kriz olmadığı taktirde, Türkiye ekonomisindeki büyümenin paldır küldür düşeceğini beklemek çok anlamlı olmamaktadır. En azından, yumuşak iniş Türkiye’nin yakın tarihinde hiç yaşanmamıştır.
Üçer aylık milli gelir rakamları 1987 yılından bu yana yayınlanmaya başladı. Bu yılın üçüncü ve dördüncü üç aylarında yılın ilk yarısına göre 1987 yılından bu yana yaşanan en kötü üçüncü ve dördüncü üç ayları yaşayacağımızı düşünsek dahi, 2006 yılında milli gelir rakamları yüzde 4’ün üzerinde büyüyecek demektir. Bu çerçevede, yılın üçüncü üç ayında büyüme yüzde 5, son üç ayında ise eksi yüzde 3.5 olacak demektir.
Böyle bir eğilim Türkiye ekonomisinin yılın son çeyreğinde küçümsenmeyecek bir kriz yaşayacağı izlenimini vermektedir. Gerçekten kriz çıkarsa, büyüme rakamlarını tahmin edebilmek zaten mümkün olamamaktadır.
POMPALAMAYA DEVAM
Yeni bir çalkantı yaşanmadığı taktirde, daha anlamlı bir analiz Türkiye ekonomisinin bu yıl da yüzde 6’nın üzerinde büyüyeceğine işaret etmektedir. İlk veriler de bu yöndeki beklentiyi güçlendirmektedir. Örneğin, temmuz ayı sanayi üretimi bir yıl öncesine göre yüzde 9’un üzerinde artmıştır. İnşaat sektörü yeniden kıpırdanmaya başlamıştır. Dayanıklı ve yarı dayanıklı tüketim mallarındaki talep geçen yıla göre daha yüksek görünmektedir. İlerideki üretim konusunda fikir veren ara malları ithalatında ise bir gerileme söz konusu değildir. Aksine, artış devam etmektedir.
Makro ekonomik politikalar da ekonomik büyümenin yavaşlayabileceği konusunda bir izlenim vermemektedir. Kamu kesimi tüketimi artmaktadır. Bütçe harcamaları içinde ekonomik birimlerin gelirlerini doğrudan artıracak harcamalara giderek daha fazla ağırlık verilmektedir. Yani, seçimlerin yaklaşıyor olmasıyla, bütçe harcamaları yoluyla özel kesimin talebi eskiye göre daha fazla pompalanmaktadır.
Faizlerin yüzde 13’lerden yüzde 20’lere gelmesi iç talebin dizginlenmesi için yeterli midir? Tek başına faizlerin artması iç talebin dizginlenmesine yetmediğini söylemek çok abartılı olmayacaktır.
Ekonomik büyümenin yüzde 6’ya gerilemesi büyümede yavaşlama olarak nitelendiriliyorsa, ekonomi gerçekten de yavaşlayabilir! Ama, bu yavaşlama hiçbir derdimize çare olmaz.