BANKACILIK sektörünün sağlamlığına ve genelde finansal sistemin istikrarına yönelik gözetim ve denetim sürecinde kullanılan sermaye yeterliliği tanımının içeriği değişiyor.
Bankacılıkta sermaye yeterliliği kuralı Basel (Bank for International Settlement - BIS kurumunun bulunduğu İsviçre’deki şehir) kuralı olarak bilinir. BIS merkez bankalarının ortak oldukları uluslararası bir bankadır.
Şimdiye kadar sermaye yeterliliği bankaların verdikleri kredilerin risklerine göre yeterli sermaye tutmalarına dayanırdı. Kredilerin risklerine göre ağırlıklı toplamının yüzde 8’i kadar bir bankanın sermayesi (özkaynağı) olması istenirdi. Bu kural (Basel-I) içinde, çok riskli kredi veren bankaların daha fazla sermayeleri olması esası geçerliydi.
RİSK ÖLÇÜMÜ
Yeni kurallar (Basel-II) içinde bir bankanın ne kadar sermaye tutması gerektiği yalnızca verdiği kredi riski ile sınırlı olmayacak. Bankanın aldığı piyasa ve operasyonel riskler de sermaye yeterliliği hesabına katılacak.
Piyasa riski, faiz, kur ve diğer fiyatların oynamalarından dolayı bir bankanın zarara uğrama riskini içeriyor. Operasyonel risk ise bir bankanın iş yapışı sırasında karşı karşıya gelebileceği risklerin ölçülmesine odaklanıyor. Örneğin, bir bankanın soyulması, bilgisayarlarının bozulması, binasının bombalanması ya da yapılan bir işlemin yanlış olarak kayıtlara girmesi operasyonel risk sınıfında kabul ediliyor.
Neredeyse on yıldır tartışılan yeni kurallar çerçevesinde, bankalar, kredi riskleri yanında, aldıkları piyasa ve operasyonel riskler için de ayrıca sermaye tutmak zorunda kalacaklar. Doğal olarak, bankaların sermaye ihtiyacı artacak. Bankalar nominal olarak daha fazla sermaye zengini olacaklar. Banka hissedarları bankaya daha fazla sermaye koymak durumunda kalacaklar. Yeni kurallar çerçevesinde, her şeyden önce, bankalar ile müşterileri arasındaki ilişkinin boyutu ve niteliği değişecek.
Kredi ve piyasa risklerinin ölçülmesi daha teknik bir hale getiriliyor. Birçok banka bugüne kadar kredi ve piyasa risklerini afaki bir biçimde ölçüyordu. Örneğin, devlete verilen kredilerle özel sektöre verilen krediler risk açısından ayrıştırılıyordu. Ama, özel sektör şirketleri açısından ayrıca bir ayrıştırılmaya gidilmiyordu. Giderek, şirketlere özel bilgilerin kredi riskinin hesaplanmasındaki ağırlığı artacak. Bankalar hem kredi derecelendirme kuruluşlarının verdikleri notları hesaba katacaklar hem de, zaman içinde, kendi kredi derecelendirme sistemlerini geliştirecekler.
Piyasa riskinde de yatırım yapılan menkul değerlerin yalnızca vadeleri ya da döviz pozisyonlarının büyüklüğü değil, geçmişteki faiz ve kur oynamaları dikkate alınacak. Kısacası, risk hesaplaması çok daha teknik bir hale gelecek.
HAZIR MIYIZ?
Yeni düzenlemeler çerçevesinde, bir ülkedeki bir bankanın gözetim ve denetimi bankanın ana sermayedarının bulunduğu ülkenin otoritesi tarafından (home country principle) yapılacak. Örneğin, Türkiye’de bir banka alan yabancı bankanın bulunduğu ülkenin otoritesi Türkiye’deki bankanın da gözetim ve denetiminden sorumlu olacak.
Bankaların yeni sisteme uyum göstermesi elbette zaman alacak. Avrupa’da büyük bir bankanın yeni sisteme ayak uydurması için 100-150 milyon dolara yakın yatırım yapması gerektiği tahmin ediliyor. Avrupa yeni sisteme 2007 yılında geçiyor. Türkiye de yeni sisteme 2007 yılında geçmeyi planlıyor. Acaba yeni sisteme dünyadaki bankalar hazır mı? Ya Türkiye’deki bankalar?