BANKACILIKTA uygulamaya konacak yeni uluslararası kurallar (Basel-II) birçok gelişmekte olan ülkeyi zor duruma sokacak.
Ülkeler de bunun farkındalar. Kuralların 2007 yılında uygulamaya konması düşünülse dahi, birçok ülke zaman istiyor. Birçok ülke ‘ülke inisiyatifi’ adı altında belli bir düzeyde farklılıklar getirmeyi düşünüyor.
Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri 8-10 büyük bankanın Basel-II kurallarını uygulayabileceğini, diğer tüm bölgesel bankalarla tasarruf sandıklarının (savings and loan) şimdilik bu kuralların dışında tutulacağını açıkladı. Avrupa’nın büyük ülkelerinin bankaları yeni kuralları uygulamakta daha hazır oldukları sanılıyor. Ama, AB’nin yeni ülkelerinde durum aynı değil.
HANGİSİ ÖNEMLİ?
Ülkelerin yeni kurallara yönelik olarak farklı düzeylerde olması birçok açıdan sakıncaları da beraberinde getiriyor. Sakıncaların en büyüğü de, finansal sistemi daha sağlam ve istikrarlı yapalım derken, rekabet ortamının sakatlanması olarak karşımıza çıkıyor. Basel-II’ye uyup uymamak rekabet şartlarını farklılaştıran bir unsur oluyor.
Yabancı bankaların ana ortağın bulunduğu ülkenin gözetim ve denetim otoritesi tarafından denetlenmesi soruna yeni bir boyut kazandırıyor. Birçok ülkede yabancı bankalar bulundukları ülkedeki bankacılık sisteminin ihmal edilemeyecek bir parçası olabilirler. Ama, ana hissedar açısından bir ülkedeki yatırım önemsiz bir ağırlıkta olabilir.
Geçekten de birçok küçük Avrupa ülkesinde durum böyledir. Bir anlamda, çok önemli görünmeyen bir ortaklık nedeniyle, bir ülkenin bankacılık sistemi için çok önemli olabilecek bir bankayı başkalarının denetlemesi ve gözetlemesi söz konusu olacaktır.
Çek Cumhuriyeti, Estonya, Hırvatistan ve Slovak Cumhuriyeti gibi ülkelerde yabancı bankaların sistem içindeki payları yüzde 90’ın üzerindedir. Ama, bu ülkelerdeki yabancı bankaların, gelişmiş ülkelerdeki ortaklarının toplam bilançosu içindeki payları (Avusturya hariç) yüzde 10’un altındadır.
Örneği daha da somutlaştıralım. Romanya’da yüzde 27 piyasa payına sahip bir bankanın Fransızlar tarafından satın alındığını düşünelim. Fransız bankası açısından Romanya’daki bankanın zora girmesi çok önemli olmayabilir. Ama, Romanya açısından, piyasa payı yüzde 27 olan bankanın zora girmesi sistemik risk yaratacaktır. Böyle bir senaryoda ipler Romanya otoritesinin değil, Fransa’nın gözetim ve denetim otoritesinin elinde olacaktır. Bu yaklaşım ne kadar doğrudur?
ZAMAN KISALIYOR
Basel-II kuralları içinde çalışan bir bankanın aynı kuralları uygulamak istemeyen bir ülkedeki ortaklığı ülke içinde diğer bankalarla hangi şartlarda rekabet edebilecektir? Basel-II standartları içinde çeşitli risklere çok hassas olan bir bankanın risklere çok fazla aldırmayan bir bankacılık sistemi içinde rekabetçi olabilmesi mümkün müdür? Bu sorular artırılabilir. Hiçbirinin yanıtı olumlu olmayacaktır. Özellikle kuralların uygulanması aşamasının başlarında çok ciddi sorunlarla karşılaşılması çok olası görünmektedir.
2007 çok uzak bir tarih olmaktan çıkmıştır. Zaman kısaldıkça, tedirginlikler de artmaktadır. Gözetim ve denetim otoritesi (BDDK) açısından Türkiye’de konuya gerekli önem veriliyor gibi görünmektedir. Ama, bankalarımızın ve genelde bankaların müşterilerinin konuya aynı önemi verip vermedikleri konusunda bazı tereddütler vardır. Daha da önemlisi, düzmece bilançolarla bankalardan kredi almaya alışmış bir piyasa yeni kurallara ne kadar hızlı uyum gösterebileceklerdir?