TÜRKİYE’nin bankacılık sektöründe 2007 yılında Basel-II standartlarını uygulamaya koymayı planlaması çok iddialı bir yaklaşımdır.
Bankacılık sektörü de, reel sektör de oyunun yeni kurallarını kısa sürede özümseyecek durumda değillerdir.
Sorun yalnızca Türkiye’ye özgü de değildir. Birçok küçük Avrupa ülkesi de yeni sermaye yeterliliği kavramını içselleştirmekte zorluk çekmektedirler. O nedenle de, konuyu yakından izleyen IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar gelişmekte olan ülkelere makul bir zaman verilmesini önermeye başlamışlardır.
ZAMAN İHTİYACI
Sorunun birkaç boyutu vardır. Birincisi, gelişmekte olan piyasalar (emerging markets) olarak adlandırılan ülkelerde finans piyasaları göreli olarak daha oynaktır. Oynak olan piyasalarda ‘piyasa riski’ doğal olarak daha fazladır.
Karmaşık piyasa riski hesaplamalarında bu ülkelerde bankaların tutmaları gereken sermaye doğal olarak daha fazla olacaktır. Bir başka açıdan, gelişmekte olan piyasalardaki bankaların büyüme potansiyelleri kısıtlanmış olacaktır. Daha fazla büyüme için daha fazla sermaye gerekecektir. Uluslararası rekabete karşı göreli olarak daha zayıf kalacaklardır.
Bu sorunun aşılması faiz ve kur gibi fiyatların geçmişteki oynaklıklarına bakılmaksızın ‘standart metot’ denen daha kaba bir yaklaşımın piyasa riskinin ölçülmesinde kullanılmasıdır. Türkiye’de şimdi bu yöntem uygulanmaktadır. Bu yöntem gerçekten piyasa riskini ölçmemekte, piyasa riski kavramına tek gözle bakmak anlamına gelmektedir.
Kredi riski hesaplamasında kredi müşterilerini dış değerlendirmeler ya da içsel yaklaşımlarla ayrıştırmak birçok açıdan gelişmekte olan piyasalardaki bankaları zorlayacaktır. Müşterilerin mali sağlamlığı konusunda güvenilen bilgilerin edinilmesi bir yana, bazen bankaların müşterilerinin adreslerini dahi bilmediği bilinen bir gerçektir. Kısacası, bankaların kredi riski hesaplamasında kullanılabilecek çok ciddi veri sorunları vardır. Gerekli verilerin toplanması ve sınıflandırılması zaman isteyen bir süreçtir.
Krediler konusunda veri toplanırken, düzmece bilançolarla kredi alan müşteriler zor durumda kalabileceklerdir. Bir milyar lira ödenmiş sermayesi görünüp 50 trilyon lira ciro yaptığı söylenen şirketlerin açıktan satışı çok olduğu için kredi değerliliğinin yüksek olması gibi bir resim inandırıcı olmaktan çıkacaktır. Bu şartlarda şirketler de kendine çekidüzen vermek zorunda kalacaklardır. Bu da bir süreçtir ve zaman isteyecektir.
Veri sorunu olan bir diğer alan operasyonel risklerin hesaplanmasıdır. Birçok gelişmekte olan piyasalarda çalışan bankalarda böyle bir veri yoktur. Bu alanda veri toplanması da zaman ve yatırım isteyen bir süreç olacaktır.
BASKININ BOYUTU
Uyum süreçleri tamamlana kadar denetim ve gözetim otoriteleri yalnızca zorlayıcı olmakla kalmayıp bankalar açısından yol gösterici olmak zorundadırlar. Aksi taktirde, yeni standartlara uyum tüm ülkeler için çok daha pahalı ve uzun zaman alan bir proje olacaktır. Kısacası, gelişmekte olan ülkelerin zamana ihtiyaçları vardır. Ara dönemde belli risk kategorilerine bakıyormuş gibi yapıp tek gölse bakmaya mecbur kalacaklardır.
Gelişmekte olan ülkelerdeki yabancı banka payı giderek artmaktadır. Riske tek gözle bakan bir bankacılık sisteminde gelişmiş ülkelerin denetim ve gözetim otoritelerince yönlendirilen yabancı bankalar rekabette zorlandıkça uluslararası baskılar artacaktır.
Gelişmekte olan ülkelere istemeyebilecekleri yönde gelişmeler için baskı yapılacaktır. Bazı uygulamalar baskılar sonucunda öne çekilebilecektir. Çok arzulanan banka birleşmeleri bu dönemde doğal olarak hız kazanacaktır. Mali piyasaların ve reel sektörün kırılganlıkları bu baskılarla artabilecektir. Yerli sermayenin tümden tasfiyesi dahi gündeme gelebilecektir. En büyük risk de burada yatmaktadır.