Bankacılık sektöründe risklerin ölçülmesi

BANKACILIKTA sermaye yeterliliğine giderken hesaba katılan bir diğer unsur piyasa riskidir. Piyasa riski bankaların ellerinde tuttukları varlıkların fiyatlarının bir günden diğerine değişmesi riskidir.

Örneğin, faizlerin artmasıyla bankaların ellerinde tuttukları bonoların değerleri düşmektedir. Bonolardaki değer düşüşü bankaların cari öz kaynaklarının azalması anlamına gelmektedir. Bu risk karşısında bankaların belli bir miktarda ve oranda sermaye tutmaları istenmektedir.

Ülkemizde piyasa riskleri de bugünkü haliyle kaba bir biçimde ölçülmektedir. Ölçüldüğü düşünülen risk aslında gerçek piyasa riskini ölçmemektedir. Geçmiş deneyimleri hesaba katarak hesaplanabilecek piyasa riskleri aslında kaba biçimde ölçülen piyasa risklerinden çok daha fazladır. Dolayısıyla, bu çeşit riskler için tutulması gereken sermaye miktarı aslında daha fazla olmalıdır.

GEÇİŞ DÖNEMİ

Yeni yürürlüğe girecek düzenlemelerle bankaların işlevsel (operasyonel) riskler karşısında da sermaye ayırmaları istenecektir. Para çalınması, kayıtlarda yapılabilecek hatalar, tabii afetler sonucunda oluşabilecek kayıplar karşısında da bankaların ek sermaye ayırmaları talep edilecektir. Asgari sermaye ile çalışmaya çalışan bankalar bu riskleri alacakları önlemlerle asgaride tutmaya çalışacaklardır. Yani, maliyeti düşürmek riskleri azaltmakla mümkün olabilecektir.

Bütün bu alanlarda Türkiye’de bankacılık sektörü geçiş dönemini yaşamaktadır. Çünkü, bütün bu kavramlar Türkiye için göreli olarak yeni kavramlardır. Önce kavramlara alışacağız. Sonra, doğru ölçümlemeler için veri tabanları oluşturacağız. Daha sonra, doğru ölçülen risklerle, riskleri hesaba katarak bankacılık sektörünü şekillendireceğiz.

Bu süreç zaman almaktadır. İdeal duruma gelene kadar, kaba biçimde ölçülen risklerle bankacılık sektörünün sağlığını tehdit altına sokmayacak bir sermaye yeterliliği oranı ile yaşamak durumundayız. BDDK’nın asgari sermaye yeterlilik oranını bir hedef olarak yükseltmesi bu açıdan doğrudur.

İDEAL DURUM

Daha iyi ne yapılabilir?

Her şeyden evvel, bankalar kredi verecekleri müşterilerinin borçlarını geri ödeme kabiliyetini objektif bir biçimde ölçebilmelidirler. Şirketler kredi derecelendirme kuruluşları tarafından bir değerlendirmeye tabi tutulmalıdırlar. Bağımsız bir biçimde yapılacak bu değerlendirmeler farklı bankaların aynı şirketlere farklı bakmalarını da önleyecektir.

Farklı kredi değerliliğine sahip şirketlere verilecek krediler tüm bankacılık sektörü tarafından farklı risk kategorilerine konarak, riskle paralel sermaye tahsisi söz konusu olacaktır. Rekabet, bankalar arasında eşit düzeyde oluşturulmuş olacaktır.

Kredi derecelendirme kuruluşları şirketlerin YTL ve döviz yükümlülüklerini farklı bir biçimde değerlendireceklerinden, özellikle döviz kazanmayan şirketlerin dövizdeki açık pozisyonları riskleri artıracağından, dolaylı olarak açık pozisyon maliyetini de artıracaktır. Yani, sistem kendi içinde daha objektif kurallar içinde dengesini bulabilecektir.

Ekonominin önemli bir bölümü kayıt dışı olan, patronuna bir bilanço, bankalarına bambaşka bir bilanço, Maliye Bakanlığı’na da üçüncü bir bilanço veren şirketlerin yoğun olduğu bir ekonomide riskleri objektif olarak ölçebilmenin zorluğu ortadadır. Dolayısıyla, ideal sisteme geçmek doğal olarak zaman alacaktır.

Bu dönemde, kaba olarak ölçülen risklerle tutucu olmak gerekmektedir. Her zaman olduğu gibi, bu konulara ciddiyetle yaklaşmadığımız sürece, düzgün şirketler düzgün olmayan şirketlerin yükünü çekmeye devam edeceklerdir. Düzgün şirketlerle çalışan bankalar diğerlerine göre daha az rekabetçi olacaklardır. Yani, sistem çarpılmaya müsaittir.
Yazarın Tüm Yazıları