TÜRKİYE’de bir kamu kurumu, kazara kár ediyor gibi görünürse, parasının üzerine üşüşen çok olur. Önce fiyatlama politikasına karışılır. Ardından, elde ettiği kárlara nasıl el konulacağı üzerine projeler üretilir.
Yanlış anlaşılmasın. Hazine’nin kár eden şirketten temettü gelirleri elde etmek gibi ne bir amacı vardır ne de bir arzusu. Zaten, Hazine’den önce, siyasilerimiz kár eden kamu kurumlarının üzerine çullanırlar. Hazine genellikle, "benim üzerime gelmesin, yeter" anlayışındadır. Ama, korkunun ecele faydası yoktur.
FİNANS MÜHENDİSLİĞİ
Önce, zarar eden kamu kurumları, ilişkide oldukları kár eden kamu kurumlarına borç takmaya başlarlar. Bu süreç siyasilerin gayri resmi onayı ile başlar. Zarar eden şirkete bu yolla kaynak bulunmuş olur. Faizsiz borç bir süre zarar eden kamu kurumlarını ayağa kaldırmış gibi görünür. Ama, zararlar devam ettiğinden borç takacak yeni kurumlar aranır.
Bu arada, alacaklarını tahsil edemeyen ve geçmişte kár eden kamu kurumları da zor duruma düşerler. Alacaklarını tahsil edemediklerinden nakit sıkıntısına düşerler. Onlar borç takacak başka kurum bulamadıklarından finans sisteminden borçlanmaya başlarlar. Finansman maliyetleri şişer. Onlar da zarar etmeye başlarlar. Böylece tüm kamu kurumlarını en kötüde birleştirmiş oluruz.
Türkiye kamu kurumlarının finansman yapılarını bozmakta ustadır. Ülkemiz "finans mühendisliği" konusunda uzman birçok bürokrat yetiştirmiştir. Bu bürokratlar siyasetçinin kısa dönemli sorunlarını Ali’nin külahını Veli’ye giydirme yoluyla çözdüklerinden el üstünde tutulurlar. Sonra, aynı bürokratlar deniz bitip işler kilitlendiğinde bir "tahkim yasası" önerirler. Tüm borçlar Hazine’ye aktarılır. Temettü alması gereken Hazine, borçlu çıkar. Bunun adına kamu finansmanı deriz. Bu yolla devlet bize ucuza hizmet sağlar!
2001 krizinin ortaya çıkardığı pislikler ondan önceki birkaç yılın yanlış politikalarından kaynaklanmadı. Bir kaç on yıllın pislikleri, 2001 krizi ile birlikte saklanamaz hale geldi.
BORÇLAR ZİNCİRİ
Benzer bir finans mühendisliği oyunu galiba elektrik sektöründe sahneye konmuş gibi görünüyor. Belediyeler elektrik dağıtım şirketine (TEDAŞ) borç takmış. Normaldir. Kaldırımları yenilemekten elektrik faturalarını ödeyecek paraları kalmamıştır. Vatandaşa hizmet her şeyin önünde gelir!
Belediyelerden paralarını alamayan TEDAŞ elektrik ticaret ve taahhüt şirketinden (TETAŞ) aldığı elektrik parasının üzerine yatmış. Bunun üzerine TETAŞ da elektrik üretim şirketine (EÜAŞ) olan borçlarını ödeyemez duruma düşmüş. EÜAŞ da BOTAŞ’dan aldığı doğal gazın parasını ödememiş. BOTAŞ da maaş ödeyemez duruma gelmiş. Bu şekide zincir tamamlanmış.
Halbuki, BOTAŞ yakın zamanlara kadar karlı bir şirketti. Belli ki, kaldırım yenileme projelerini BOTAŞ üzerinden yapıp elektriği de ucuza sağlama yolu, bu çeşit finans mühendisliği yoluyla bulunmuş. Ama, yolun sonuna gelinmiş.
Şimdi, hükümet artık yeni hiçbir vergi olmayacak dese de, aydınlatma vergisi (ya da adına vergi dememek için aydınlatma ücreti) getirilecekmiş. Ama, yeni vergi belediyelerin kasasına değil, TEDAŞ’a gidecekmiş. TEDAŞ, TETAŞ’a bu yolla borcunu ödeyecek, TETAŞ da ÜEAŞ’a olan borçlarını kapatacak ve sonunda BOTAŞ da ÜEAŞ’dan alacaklarını tahsil edebilecek duruma gelecekmiş. Ne çok AŞ var değil mi?
Çıkan haberlere göre, ortada 6.8 milyar YTL tutarında bir borç zinciri var. Büyük bir olasılıkla fatura daha kalabalıktır. Çözüm de gazetelere yansıyan kadar basit değildir.
Şimdilik, bu faturayı elektrik kullananların bir biçimde ödemesi planlanıyor. Ama, sorunun kökü kazınmaya çalışılmadığından, birkaç yıl sonra aynı konuları konuşmaya devam edeceğiz gibi görünüyor. Çünkü, Ali’nin külahını Veli’ye giydirmek hiçbir yerde kalıcı bir finansman politikası olamaz.