AB’ye tam üyelik perspektifi ile müzakere sürecinin resmen başlamış olması Türkiye’nin AB üyeliğine bir ‘çağdaşlaşma projesi’ olarak bakan herkesi sevindirdi. Doğal olarak, ekonomik birimlerin çoğunda bir bayram havası var.
Türkiye açısından çok önemli bir dönem başladı. Dönemin sonunda AB’ye tam üye oluruz ya da çeşitli nedenlerle olamayabiliriz. Önemli olan, tam üyelik sürecinde, müzakereler yoluyla AB’ye uyum amacıyla Türkiye’nin birçok alanda yapacağı reformlardır. Hedefimiz, sürecin sonunda Türkiye’nin üyeliğini engellemek isteyenlerin eline mümkün olduğunca az bahane vermek olmalıdır. Bu süreçten, sonuç ne olursa olsun, Türkiye kazanmalıdır. Çünkü, her şeyi kendimiz için yapacağız.
RİSK DÜŞÜYOR
Bayram havasına kapılıp kendimizi dağıtmamamız gerekiyor. Gerek ekonomik kararlarımızda gerekse ileriye dönük beklentilerimizde temkinli olmanın önemi böyle dönemlerde daha da artıyor.
Yeni dönemde dünyanın Türkiye’ye bakışı olumlu yönde daha farklı olacaktır. Daha önce Türkiye’yi uzaktan seyretmeyi yeğleyen kesimler şimdi daha çok yaklaşacak, zaten yaklaşmaya niyetli kesimler Türkiye ile işbirliği yapmanın yollarını aramaya başlayacaktır. Bu anlamda, Türkiye, ‘politik risk’ kategorisinde daha az riskli bir ülke olarak algılanmaya başlayacaktır. Ekonomik istikrar ile birleştiğinde, içeride ve dışarıda, Türkiye’nin algılanan toplam riski düşme eğiliminde olacaktır. Buna paralel olarak, yanlış yapılmadığı taktirde, Türkiye’nin kredi notu yıl sonundan önce artabilecektir.
Bu gelişmelerin doğal bir sonucu olarak Türkiye’de varlık fiyatları artışını sürdürecektir. Türk şirketlerinin fiyatı artmaya devam edebilecektir. Yani, ivmeyi kaybetmezsek özelleştirme gelirleri artış eğilimine girecektir. Yabancı sermaye artık Türkiye ekonomisine daha da sıcak bakma eğilimine olacaktır.
Mal piyasaları canlanabilecektir. Azalma eğiliminde olan ekonomik büyüme yeniden artış eğilimine girebilecektir. Borsa belli bir noktaya kadar artacaktır. Reel ve nominal faizler düşebilecektir. Döviz kurlarının artmasını bekleyenler biraz daha üzüleceklerdir. Bunlar yaşanan bayramın hem nedenleri hem de sonuçları olacaklardır. 3 Ekim’den hemen sonra Hazine’nin borçlanma maliyetinin düşmesi ve Merkez Bankası’nın dövize alım yönünde doğrudan müdahalesi bu gelişmelerin ürünleridirler.
Bayram havası birazdan durulacaktır. Ekonomik birimler bundan sonraki gelişmelerin yönünü görebilmek için kendilerine bazı kılavuz taşları seçeceklerdir. Örneğin, AB ile yakında başlayacak ‘tarama süreci’ ve ‘bölüm müzakereleri’ aşamasında işlerin gidişatı yakından izlenecektir. Bayramın devamı AB ile başlayacak müzakerelere ve IMF ile olan ilişkilerdeki gelişmelere endekslenecektir.
Bazı ekonomik birimler elde ettikleri karları yeterli görüp gelişmeleri bir süre dışarıdan izlemeyi tercih edebileceklerdir. Piyasa terimiyle, mali piyasalarda ‘kar realizasyonları’ yaşanabilecektir. Kısa dönemli çalkantılar gözlemlenebilecektir.
RİSKLER YOK OLMUYOR
‘3 Ekim’ olgusunun ‘haber’ değeri küçümsenemez. Önemli bir basamak aşılmıştır. Böyle önemli bir basamağın aşılmasının beklentileri daha da olumlu hale dönüştürüp bayram havası yaratması doğaldır. Yaşanan bayram havası ekonomide risklerin azaldığı ya da yok olduğu anlamına gelmemektedir. Hem yurt içinde hem de yurt dışında riskler devam etmektedir.
Ekonomik kararlarımızı alırken çeşitli riskleri göz ardı etmemiz olumsuz sonuçlar doğurabilir. Şimdi yaşadığımız ortamda, çeşitli risklerden söz etmek ‘pişmiş aşa su katmak’ anlamına geleceği halde, temkini elden bırakmamak açısından, bu risklerden yeniden söz etmekte yarar var.