TÜRK Silahlı Kuvvetleri’nde komutanların yolsuzluk iddiasıyla yargıç önüne çıkarılması ile AB’den koşullu müzakere tarihinin zamanlama açısından çakışması komplo teorilerine malzeme oldu.
Deniliyor ki, ‘Önce bağımsız yargı yıpratıldı, şimdi de sıra Türk ordusuna geldi’.
Peşinen söyleyelim, her komplo teorisinde olduğu gibi, iki bağımsız olay arasındaki görünür ilişkiyle, nedensellik irtibatı karıştırılıyor. Doğru denklemi tartışmak istersek;
Evet, bu yargı ve TSK’nın ekonomideki payı AB’ye uygun değil.
Ama ve fakat laik yargı ile TSK, AB açısından en büyük güvencedir.
* * *
Sizce küresel oyuncular açısından hangisi daha önemlidir? 1) Hákimlerin, savcıların yerel suç baronlarıyla çıkar ilişkisi, istihbarat örgütlerinin arabuluculuğu mu? 2) Yoksa çokuluslu şirketlerin milyarlarca dolarının Türkiye’deki kara deliklerde batması ve yargının biraz çaresiz, biraz da taraflı davranması mı?
Eğer ikincisi diyorsanız... O zaman gazete manşetlerine Yargıtay, Çakıcı ve MİT haberleri değil... Türkiye’de anlı şanlı holdinglere para kaptıran ve geri alamayan Nokia, Motorola, Templeton ve Telia Sonera davalarının hákimleri çıkmalıydı.
Yine aynı mantıkla, AB açısından emekli bir amiralin yolsuzluk iddiasıyla yargılanması çok heyecan verici değildir. Benzer görüntüler Latin Amerika’da gündelik haberdir, üçüncü dünyada Pembe Dizi’dir.
Buna karşılık, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ekonomideki rolü hayli tartışmalıdır.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin askeri amaçlı üretimi, emeklilik fonlarıyla kurulan holdingler... Tıpkı Latin Amerika’da, Çin’de, Pakistan’da, Vietnam’daki gibi verimlilik ve rekabet hukukuna aykırılık yönünden sorgulanacaktır:
Türkiye’de ve dünyada silahlı kuvvetlerin üretime katılması, 1920 ve 30’ların ithal ikamesi anlayışının bir sonucudur. Gümrük Birliği sayesinde bu ekonomik yaklaşım artık tarih oldu!
Silah üretimini, ağır sanayi ağının kurulması için gerekli hatta zorunlu gören zihniyet de demode. Bugün otomotiv sektörünün daha geniş bir yan sanayii var.
Bağımsızlık meselesine gelince... AB’ye katılırsak, zaten ortak dış politika ve savunma önceliği uygulayacağız.
* * *
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üretim ve yatırımları -yolsuzluk iddiaları da- tartışılabilir.
Ama Avrupa’da, içinde en ucuz orduyu besleyen ülkenin Türkiye olduğu gerçeği ortadadır.
2005 bütçesinde faiz dışı harcamaların yüzde 12’si savunmaya yöneliktir. Milli gelirin yüzde 4’ü ile 5’inin (NATO ortalamasının iki katı) savunmaya ayrıldığı hesaplanır. Demek ki, 12-15 milyar dolardan söz ediyoruz.
Bu rakamı Fransa (24.2 milyar dolar), Almanya (20.1 milyar dolar) veya Belçika (2.1 milyar dolar) ile kıyaslarsak yüksek gözükebilir. Ama asker başına yıllık harcama hesabıyla bakıldığında;
AB’nin en büyük 15 ülkesinde asker başına ortalama harcama 80 bin dolardır.
AB’nin en iyi savaşan ordusunu besleyen İngiltere’de yine asker başına 150 bin dolardır.
Türk ordusunda ise asker başına 15-20 bin dolardır.
Demek ki, AB 60 bin kişilik ordusunu Avrupa’da beslese 5 milyar dolar harcayacak. Türkiye’de tutsa dörtte birine mal edecek. Üstelik Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya’ya stratejik yakınlık da cabası.
* * *
Bu topraklarda modernleşme çabaları hep Silahlı Kuvvetler merkezli oldu, unutmayın.
AB’nin Türk Silahlı Kuvvetleri’ne itirazdan çok daha fazla ihtiyacı var, yanlış anlamayın!