SAKIN başlığa kanmayın! Öykümüz portakal gibi soyulan değil portakal gibi satılan bankaya dairdir.
Sanırım 1986 yılı yazıydı... Gazetelerde ‘‘Satılık banka aranıyor’’diye bir ilan çıktı. İlan sahibi, her başkent gazetecisinin yakından tanıdığı ünlü emlak komisyoncusu Salim Taşçı idi.
Eski bir gazeteci olan Taşçı'nın iddiasına göre bu ilana sürpriz sayıda yanıt yağdı, yani küçük ilanlar marifetiyle bile satılacak banka çoktu.
Yine hatırladığım kadarıyla bu haberlere tek resmi tepki, dönemin Merkez Bankası'ndan geldi. Başkan Yavuz Canevi'nin ‘‘Portakal gibi banka satılmaz’’ sözü hafızalarda yer etti.
Ne var ki anlaşılan resmi müdahale lafta kaldı ki, geçenlerde Salim Taşçı'nın ‘‘Bankayı portakal gibi sattım’’ isimli kitabı çıktı.
* * *
Türkiye'de geçen on yılın yükselen değerlerini yetiştiren iki sektörden birisi bankacılıktı. Oysa bu yılın daha ilk üç ayında beş bine yakın bankacı işsiz kaldı. Şubat krizinin de etkisiyle 7 banka battı.
Bugünlere nasıl gelindiğini tartışmak için geç olsa bile... Hatırlatmak isteriz ki, Salim Taşçı portakal gibi sattı da, devlet geri kalmadı. İhalelerde en parayı bastırana teslim edilen bankalar, aynı hızla devlete geri döndü. Üstelik devlete ödenen paranın kat kat üstünde zararla.
O yüzden şimdi kalkıp ‘‘IMF istedi diye banka batırılır mı?’’ tartışması açmak bize göre abestir. IMF'nin niyeti, Güçlü Ekonomiye GeçişProgramı'ndaki iç borç mimarisinden belliydi. Hazine'nin dün açıkladığı gibi iç borç rakamlarına muhtemel banka operasyonları için 5.5 katrilyon lira ek kaynak konuldu: ‘‘Mayıs ayında yayınlanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı'nda, 2001 yılı sonunda GSMH'ye oran olarak 60.9 olarak gerçekleşmesi öngörülen iç borç stoku rakamlarında, bankacılık sektöründeki gerçekleşmesi muhtemel riskler için 5.5 katrilyon liralık muntemel ek kaynak ihtiyacı da dikkate alınmıştır. Dolayısıyla, söz konusu operasyonun (yedi bankanın fona devri) iç borç stoku ve borç dinamikleri üzerinde ilave bir etkisi olmayacaktır.’’ (Kaynak: Hazine Müsteşarlığı).
Dolayısıyla IMF'nin sadece niyetinden değil ciddiyetinden de emin olmak zamanıdır. Ne yazık ki ciddiyetsiz davranan Türk tarafıdır.
Ahbap çavuşa, aile yakınlarına bankacılık izni veren, avanta karşılığı lisans dağıtan, ihaleyle portakal misali banka satan biziz...
IMF istedi diye bankalara açılan dış kredileri garanti kapsamına alan, o yüzden banka tasfiye edemez hale gelen yine biziz...
Her tarafımız eğriyken IMF'ye kızmak neden?
* * *
Türkiye ve IMF arasındaki ilişkiyi çok özel sanmak cehalet eseridir. IMF gibi kuruluşlar, benzer programları en az birkaç ülkede uygular.
O yüzden uluslararası finans piyasaları bu ülkeleri aynı sepete koyar, birlikte izler, olası krizlerin erken uyarı işaretlerini gözler.
Mesela CNN-FN kaynaklı şu haber sizde ne gibi izlenim uyandırdı: ‘‘..... Hazine üç aylık bono ihalesinde piyasada beklentilerine uygun düşen faizle borçlandı. Ama ihale öncesinde yayılan kötümser hava, hatta ihalenin iptal edilebileceği söylentisi yatırımcıların tedirginliğini artırdı. Bu hava diğer gelişmekte olan ülke borsalarını da etkiledi.’’
Haber tahmin edeceğiniz gibi Türkiye'yle ilgili değil, Arjantin'i anlatıyor. Arjantin'de yeni kriz beklentisi, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu bazı piyasaları olumsuz etkiledi. Öyle ki yabancı olduğu varsayılan yatırımcıların bono ve hisse satıp, dövize dönmesi, kuru Merkez Bankası'nın sabahki ihalesine rağmen yukarı taşıdı.
* * *
Eski güzel günlerde ekonomi sadece kendi parametreleriyle tartışılırdı. Sonra siyasetin ekonomiyi nasıl etkilediğini öğrenmek zorunda kaldık.
Şimdi de küresel sermaye hareketlerinin cilvesini yaşıyoruz. Yani sadece yerli malı değil, ithal hataların da bedelini ödüyoruz.
Ve son bir soru: Dün Merkez Bankası'nın 150 milyon dolarlık satışına rağmen dışarı yönlü sermaye hareketi yüzünden kurda ciddi artış yaşandıysa bu dalgalı kur sisteminin başarılı testi sayılmaz mı? Eğer sabit kur sistemi sürseydi, muhtemelen Merkez Bankası'nın rezervi daha da erimeyecek miydi? Dahası, kur vaadini tutmak mümkün olabilecek miydi?
KARŞI GÖRÜŞ-KATKI
‘‘Öyle ya, kuru sabitlersin, kısa süreli (seçime kadar) sahte cennet yaratırsın, sonrası nasıl olsa tufan... Seçimden galip çıkarsanız, önünüzde beyaz sayfa açılır, kaybederseniz nasıl olsa gerisi sizi ilgilendirmez’’ demişsiniz. Sabit kuru kullanarak seçilen kişiler, seçildikten sonra, kur politikasının patlamasını beklemezler mi? Bu da açılan ‘‘beyaz sayfanın’’ ortasında kara leke olmaz mı? En nihayetinde seçilen insanların bilerek ve isteyerek kendi beyaz sayfalarını kirletmeleri, çok da fazla orada durmaya niyetleri ve durumları olmadığını göstermez mi?