PKK’nın altı yıl aradan sonra aniden ‘1 Haziran’da silaha sarılırım’ tehdidine başvurması hayatın akışına aykırı ve o yüzden siyaseten çok eğreti duruyor...
Çünkü birkaç basit, hatta sıradan gözlem dahi suların tam aksine aktığına kanıt:
Güneydoğu illerinde Kürtçe kurslar açılıyor, pek ilgi yok.
Devlet TV’sinde bugün-yarın Kürtçe yayın başlayacak. Özel TV’ler ‘ilk Kürtçe klibi kim yayınlayacak’ yarışında, gazeteler haberini yapmasa kimse fark etmeyecek.
Leyla Zana ve arkadaşlarını salıvermek için Türk siyaseti, iktidarı- muhalefeti ile hukuki formül arıyor. Abdullah Öcalan’ın, İmralı’dan yerel seçim aday listelerini düzenlemesini kimse umursamıyor.
Güneydoğu halkı OHAL’siz yaşama alışıyor, sinemalar, tiyatrolar dolup taşıyor, alışveriş merkezleri, plazalar kuruluyor. Kayıp yıllar telafiye çalışılıyor.
Yani Türk ve Kürt ahali, silahlı mücadelenin zemin ve ikliminden çok ama çok uzak. Yoksa PKK bu yüzden mi tahrik oluyor?.. Teker teker çözülen toplumsal kramplarla birlikte yok olup gitmekten mi korkuyor? Belki de!
Ne var ki iç kamuoyu açısından fazla kıymet ifade etmeyen, hatta ciddiye almaya değmeyen PKK tehdidi bölgesel ölçekte farklı ve geniş kapsamlı analizi zorunlu kılıyor.
* * *
ABD’nin giderek saplandığı Irak bataklığından kurtulma çabalarında Pentagon’da iki strateji tartışılıyor:
1) İlk seçenek, ABD birliklerinin tamamen dost Kürt topraklarına dönmesi, işgal sınırının Kuzey Irak’a çekilmesi... Ülkenin kalan bölümünün Şii ve Sünni Arapların yönetimine bırakılması.
2) Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’a davet edilmesi, Türk askerinin ülkenin güneyinde idari ve güvenlik operasyon sorumluluğunu ABD ile paylaşması.
İlk seçeneğin ABD açısından en önemli avantajı, azalan askeri kayıplar olacak. Ama Irak’taki Şii nüfusun, iktidar kavgasında komşu İran’ın yardımına başvurma ihtimali/riski unutulmamalı.
İkinci seçenekte Türkiye’nin Irak’a asker yollaması gerekecek. Ki zaten son birkaç haftada;
Kuzey Irak şartına bağlı ABD kredisindeki sorunun çözülmek üzere olduğu beklentisinin artması,
Kuzey Irak Kürt lobisinin, ‘ABD yine bizi satıyor mu?’ telaşının nüksetmesi,
Pentagon’un üs kolaylığı, İngiltere Başbakanı Blair’in Irak’a Türk askeri talep etmesi,
Washington-Ankara hattında yeni ve sıkı bir pazarlığın habercisidir. Ve dikkat buyurun; her iki seçenekte de Kuzey Irak’ta ve genelinde Kürt coğrafyasında PKK’ya yer yok.
* * *
Kürt meselesinde kartlar -hem içeride hem de yakın coğrafyada- yeniden Ankara’nın eline geçiyor. O bakımdan telaşa gerek yok!
Sapla samanı karıştırmadan, vatandaş-terörist ayrımı unutulmadan, demokratik açılımlardan vazgeçmeden sürdürülen ulusal politika, AB ve turizm hedefleri ile örtüşür... PKK’yı bitirir.
Devlet medyası riski
BUGÜN Türk medyasında rekabet eden gruplardan ikisi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu ile ilişkide, sahiplik pazarlığı sürüyor. Diğer ikisi yani Uzan ve Aksoy Grubu devlete geçti. Serbest ekonomi gereği Türkiye’de basın özgürlüğü hep ‘patrondan bağımsızlık’ ölçüsünde tartışıldı. Basın patronunun medya dışı çıkar/niyetleri izlendi. Analizi biraz daha geliştirenler TSK veya TÜSİAD gibi güç odaklarını, reklam verenleri denkleme kattı o kadar. Oysa şimdi özel medyanın karşısında rakip olarak devlet medyası çıkıyor. İmkánları neredeyse sınırsız, patrona itaati tam!
Her nedense kimse bu riski algılamak istemiyor, ‘babalar gibi satarım’ deyip hiçbir kamu kuruluşunu elden çıkartamayan hükümete ‘medyadan hemen çekil’ çağrısı yapılmıyor.