Dolayısıyla ilave 20 bin askerle başkenti güvenli kılacaklar.
Bağdat’ta kurumlar işlemeye başlayınca moral yükselecek.
Huzur ve güveni dalga dalga ülke tamamına yaymaya çalışacaklar.
Peki bu plan neden ABD yönetimine cazip geliyor? Çünkü:
Ülke tamamında hemen güvenlik için en az 150 bin asker daha gerekli.
Ama ABD yönetimi, iç ve dış nedenlerle bu kadar askeri seferber edemez.
Önce Bağdat’ta huzuru sağlamak, Kábil örneğindeki gibi işe yarayabilir.
İşgal güçleri Kábil’i kontrol ediyor, ülkenin gerisi karışık.
Ama dış dünya sadece Kábil’e bakarak "ABD başardı" diyor.
ABD bu süreçte mart veya nisan ayında PKK için düğmeye basabilir.
Hatta sınırlı bir bölgede Türkiye ile ortak askeri harekáta yanaşabilir.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de bu yüzden "ABD’den beklentimiz arttı" diyor.
* * *
ABD’nin yeni Irak planında "Kerkük referandumu" nereye oturuyor?
Kaynağım ilginç bir analiz aktarıyor: "Eğer ABD çok başarılı olursa referandum bu yıl yapılır, tamamen başarısız olursa yine aynı zamanda referanduma gidilir. Ama işler bugünden kötüye gitmez ve hatta biraz düzelirse referandum ertelenir."
Özetle PKK için mart-nisan, Kerkük için haziran-temmuzu beklemek lazım.
Dün bu konuda dış politikadan sorumlu başka bir isimle konuştum.
Takvimi sorduğumda, "Kesin bir takvim vermek mümkün değil" dedi ve ekledi: "Ancak ABD’nin bize karşı çok mahcup olduğu belli. O yüzden ciddi bir hamle bekliyoruz."
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün ABD gezisi yarın başlayacak.
Sanırım PKK ve Kerkük hakkındaki son ayrıntılar bu gezide karara bağlanacak. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın gelecek haftaki gezisinde askeri mekanizma kurulacak.
* * *
Madem bu yazıyı dış politikaya ayırdık, AB sürecine de göz atalım.
Sanırım aktaracağım anekdot, tarafların ruh halini yansıtacak.
AB’nin sekiz başlıkta müzakereyi durdurma kararının hemen ardından Başbakan, Lübnan’a gitti.
Bu haberi alan AB üyesi ülke büyükelçisi, Başbakan’ın kurmayından randevu istedi.
Önce süreçteki duraksama nedeniyle samimi üzüntülerini iletti, ardından Lübnan’ı sordu.
Sorusuna karşılık bilgi yerine çarpıcı bir yanıt aldı. Diyalog şöyle gelişti:
- Sayın Büyükelçi, askıya aldığınız başlıklar arasında dış politika faslı da var değil mi?
- Evet öyle...
- Peki söyler misiniz, dış politika faslının KKTC limanlarıyla ne ilgisi vardı?
- Aslında pek ilgisi yok; zaten biz de elimizden geleni yaptık, biliyorsunuz.
- Dış politika faslını askıya aldığınıza göre bizle bu konuları görüşmek istemediğinizi düşündük.
Bu kibar yanıtın ardından konuk diplomat eli boş uğurlandı.
Gözüken o ki, Türkiye-AB ilişkileri reformlar kadar, Türkiye’nin Ortadoğu’daki ağırlığının artmasına bağlı olacak.