Paylaş
Fırsatını bulsak enkaza dönüşen binanın kaç katlı olduğunu soracağız, ama konuşmak, hatta yürümek bile yasak... Çünkü enkazda çalışan Rus kurtarma timi, belki de canlı vardır diye zemini dinliyor... Başka ses istemiyor...
Son çare ses verip-ses beklemek.
Tak, tak, tak, tak-tak-tak.
Sessizlik...
'Hello, hello, hello'
Sessizlik.
Tak, tak, tak, tak-tak-tak...
Ölümün sesi... Mezarın sessizliği.
* * *
Bahçecik Seymen mevkii, çoğu İzmit'te çalışan memur-işçi kooperatiflerinin gözde yerleşim bölgesiydi... Denize en fazla 300-400 metre uzaklıkta 5-6 katlı binalarda daire fiyatları 10-12 milyar liraydı...
Depremin beşinci gününde uğradığımızda alın teriyle kurulmuş evlerin sade kalıntıları da ortalıktaydı... Kanepeler, hasarlı buzdolapları, anteni kırık televizyonlar, iç çamaşırları, yatak ve yorganlar... Hepsi kurulan göç kervanının habercisiydi.
Ve yola düşenler depremden bu yana ilk kez devletle karşılaştı...
Devlet babaları, trafik polisi üniformasıyla yollardaydı.
Beş gündür ilk kez... Çünkü depremi takip eden dört gün boyunca İzmit'i, Gölcük ve Yalova'yı bağlayan karayolu eli sopalı milislerin kontrolündeydi.
Bu yoldan gidenler bilir... İki şerittir. Türk şöförünün marifetine güvenirseniz, üç şerit olur.
Bir şerit, Gölcük-Yalova istikametinde yardım malzemesi taşıyan araçlar, iş makineleri, yakınlarını enkazdan kurtarmaya koşanlar için...
İkinci şerit Gölcük-Yalova hattında işini tamamlayıp dönenler için...
Üçüncü ve mutlaka ama mutlaka açık kalması gereken şerit ambulanslar için...
İşte yüce ve kutsal devlet ilk dört gün boyunca bu üçüncü şeridi açık tutmayı beceremedi. Daha doğrusu denemedi bile... Cuma günü Gölcük'e giderken tek trafik polisine rastladık... O da gölgeye çektiği aracında istirahatteydi.
Yolun tamamen gençlerin kontrolünde olduğunu sergileyen fotoğraflar aynı gün Hürriyet'te yayımlanınca Cumartesi günü trafik polisleri meydana çıktı. O da yolu açık tutmak için değil, trafiğe kapatmak için... Demek ki devlet eli sopalı yeni yetmeler kadar bile becerikli değil.
* * *
Bir karayolunu açık tutamayan devleti ben ne yapayım... Çaresizliği yüzünden sivil halkı afet bölgesine akın etmeye zorlayan devleti ben ne yapayım... Deprem kurbanlarına askeri tesis kapısında kimlik soran devleti ben ne yapayım...
Hele, 'Devlet ilk andan itibaren ayaktaydı, görevdeydi' nutku çeken sayın büyüklere bayılıyorum... Ama 'Devlet' derken, bir siyasi liderin isminden esinlendilerse bilemem... Çünkü Gölcük'te, Yalova'da 'Ülkücü Güvenlik' pazubentli çok sayıda gence rastlamak mümkün...
* * *
Gezdik, dolaştık ve gördük ki: Konuşuyoruz, öğreniyoruz.
Sıra arşiv tutmaya, yani hatırlamaya geldi... Mustafa Kemal Öztürk'ün yazdığı gibi:
'Eğer 20 yıl sonra Sivas'ın Zara kasabası, Danışık Köyü ilkokulunda okuyan bir öğrencimiz, sizin bugünkü yazınıza ulaşabilecek imkanlara sahip olursa öğrenmek şansımız var diyebilirim. Biz hangi felaketten dersler aldık ki?
Çok öteye gitmeyin, son 25 yılda yaşanan felaketleri sıralayın. Kaç tanesi için yapılmış tarafsız bilimsel araştırma bulabileceksiniz... Kimseleri incitmeden bilimsel araştırma yapmak, ders çıkarmak mümkün değil. Ne zaman kendimizden korkmamayı öğrenirsek belki...''
Paylaş