Paylaş
Sanırım kurumlar da tıpkı kişiler gibi krizle karşı karşıya kaldıklarında mazilerine dönüyor, benzer sorunlara ne gibi çözüm bulunduğunu hatırlamaya çalışıyor.
Dolayısıyla 1994 krizinde ilk şokun atlatılmasını sağlayan, Hazine'ye yeniden iç borçlanma imkánı yaratan süper faizli bono önerisinin yedi yıl aradan sonra yeniden gündeme gelmesi kimseyi şaşırtmıyor.
Şimdiki kriz, önceki kriz, sonraki kriz...
Teknik farklarını bu işin erbabına bırakarak ekonomi-politik pencereden bakıldığında gözlenen üç uyarıyı sizlerle paylaşmak isteriz.
* * *
Madem ki bu kriz yakın tarihteki 1994 örneği ile kıyaslanıyor...
Korkarız ki hazırlanan yeni ekonomik programın da 5 Nisan kararları ile benzer taraflarının fazla çıkması ihtimali yüksek olacak...
Hatırlayın, 5 Nisan kararlarının neredeyse tamamı gelecek kipinde ifade bulmuştu... Yani kaba tabiriyle ‘‘cek-cak’’ programıydı...
Siyaseten tükenmiş hükümetin (DYP-SHP koalisyonu) bu kararları uygulamaya nefesinin yetmeyeceğini düşünenler haksız çıkmadı.
Oysa 9 Aralık 1999 gecesi IMF'ye sunulan niyet mektubuyla uygulamaya giren ekonomik programda durum çok farklıydı...
Çünkü IMF'ye verilen sözlerin neredeyse yarısından fazlası zaten yerine getirilmiş haldeydi. Sosyal güvenlik reformu tamamlanmış, bankalar yasası Meclis'ten geçmiş, çürük bankalar ayıklanmış, kur-faiz programı açıklanmıştı. Piyasaların programın kalan hedeflerinde -örneğin özelleştirme- kuşkuya kapılması için fazla neden yoktu.
Oysa bugün hükümetin sıfırdan yürürlüğe konulacak yeni bir programın arkasında duracak cesaret ve gücünün bulunup bulunmadığı haklı olarak tartışılıyor...
* * *
İkinci olarak; görüyoruz ki, hükümet ekonomiyi taşerona emanet mantığını sürdürüyor... Kişisel ve profesyonel kalitesinden kimsenin kuşku duymadığı Kemal Derviş hükümet tarafından Mesih sıfatıyla kamuoyuna takdim ediliyor.
Tıpkı çöpe giden istikrar programında olduğu gibi hükümet yine ekonomiye bir kol boyu mesafeden vaziyet etmeyi uygun görüyor...
Geçen sefer Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel ile Hazine Müsteşarı Selçuk Demiralp'e yüklediği (=yıktığı) işlevi bu kez Kemal Derviş'e -belki bakan veya süper bürokrat unvanıyla- bırakmayı öngörüyor.
Oysa halka, iş dünyasına ve dış áleme yeni vitrin kurmakla iş bitmiyor. Geçen program bürokrasinin beceriksizliği yüzünden batmadı... Siyasi otoriteden gerekli/yeterli desteği bulamayan bürokrasinin IMF'nin devalüasyon baskısına direnememesi nedeniyle çöpe gitti.
Siyasi önderliği bilerek eksik bırakılan yeni ekonomik program ancak Kemal Derviş'in iç ve dış kredisi tükenene kadar uygulamada kalabilir.
* * *
Son olarak IMF'den gelecek mali yardım konusunda aşırı iyimserlik hatadır. Çünkü düşünün ki, IMF'nin Türkiye'ye verecek bu kadar çok parası olsaydı, bir kısmını geçen hafta kullanır ve devalüasyonu önlerdik...
Ha eğer, ‘‘Bu para asıl devalüasyondan sonra gereklidir’’ diyorsanız, o zaman IMF'den ricamız dolar torbalarıyla birlikte bir zahmet Stanley Fisher'in kellesini de göndersinler...
KARŞI GÖRÜŞ-KATKI
‘‘Siyasete rağmen ekonomi yürümez fikrinize aynen katılıyorum. Türkiye bana göre bu hükümete mahkûm değil. Bu hükümet yararlı hizmetler yapmıştır, ancak hükümetler yaptıkları ile değil yapamadıkları ile anılırlar.’’ (M. Güler)
Paylaş