Paylaş
AVRUPA Birliği temsilcisi Günter Verheugen'in Kürtleri azınlık ilan etme çabasını belli ki her cemaat kendi işine geldiği gibi yorumlayacak...
Ahaliye korku salarak demokrasi trenine makas değiştirmeye çalışan sözde ‘‘bir bilen’’lerin tepkisini kestirmek zor değil:
‘‘Avrupa, Türkiye'yi parçalamak istiyor...’’
Ne yazık ki Batılı müttefiklerimizin ‘‘toptancı demokrasi’’ niyetiyle izahı mümkün Irak ve Yugoslavya operasyonları, bu ilkel beyinlerde silinmez derinlikte iz bıraktı. Oysa sonuca yol açan sebep tamamen farklıydı:
Yarattıkları diktatörlerin etnik/dini azınlıklara reva gördükleri zulüm karşısında vicdan azabına kapılan ABD ve Avrupa hükümetleri, çareyi ezilen nüfusu kendi güvenlik şemsiyeleri altında toplamakta buldu...
Sistemli etnik temizlik uygulayarak zaten halkını birbirine düşman eden barbar devletler, harita üzerinde de fiilen bölündü...
Ama el insaf...
Bırakın Avrupalı yöneticileri, eski kıtanın sokaklarında dolaşan -muhtemelen Türkiye'yi turist olarak ziyaret etmiş- aklı başında herhangi bir vatandaşın Irak-Yugoslavya ve Türkiye arasında paralellik kuracağına inanmak o kadar kolay mı? Türkiye'yi üç-beş bombayla bölünecek kadar zayıf saymak, aslında kendimize hakaret değil mi?
***
Hürriyet Ankara Bürosu'nun haberine göre, Verheugen'in girişimi karşısında Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Lozan Antlaşması'nı hatırlatmış. Yasal zemindeki bu son derece yerinde uyarıyı günlük pratikten iki örnekle tamamlamaya ne dersiniz?
Irak'ta Kürtler, anayasal azınlık haklara sahiptir...
İran'da Kürtler, anadillerinde eğitim yapabilir...
Ama herhalde Sayın Verheugen de teslim eder ki, bu iki ülkenin demokrasi sicili Türkiye'den çok daha beter insan hakları ihlalleriyle doludur... Anayasal haklar, Halepçe türü soykırım örneklerine karşı güvence değildir.
***
Sayın Verheugen, Kuzey Irak'ı hiç ziyaret etti mi bilmiyoruz...
Bizim ilk ziyaretimiz (meslektaşımız Ümit Turpçu ile birlikte) 1992 yılı ilkbaharına rastlar. Kuzey Irak'taki iki kürt liderden Celal Talabani'nin yakın koruması ve tercümanı -ki sonra ülkeden kaçmak zorunda kaldı- eşliğinde Süleymaniye'deki bir evde geçirdiğimiz geceyi ve sohbeti unutmamız zordur. Mum ışığında yenilen yemeğin ardından nezaket çerçevesinde kalmak şartıyla soru yağmuruna tutulduk:
- Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin gerçekten Kürt mü?
- Turgut Özal'ın Kürt kanı taşıması ihtimali cumhurbaşkanlığına engel sayılmaz mı?
Açıkçası, o güne kadar pek kafa yormadığımız azınlık hakları Süleymaniye'de suratımıza tokat gibi indi...
Haklar aynı zamanda sınırlar, yani ikinci sınıf vatandaşlık demekti...
***
Kuzey Irak'taki Kürtlerin kan dökerek öğrendikleri bu gerçeğin Güneydoğu'daki Kürtler tarafından da bilindiğine eminiz.
Ne var ki Sayın Verheugen, azınlık konusu bir yana, diğer önerilerinizde haklısınız. Kürtçe TV, Kürtçe eğitim ve diğer kültürel haklar... Azınlık statüsünün değil demokrasinin vazgeçilmez gereğidir.
Zaten bu haklar bu kadar gecikmeseydi...
Ne zatı áliniz buralara kadar zahmet ederdiniz...
Ne de Kürtleri bizden dinlerdiniz...
Açardınız Kürtçe TV'yi, kulak verirdiniz:
‘‘Kürtler azınlık olmak istemez...’’
Paylaş