AKP ve DTP arasında başlayan diyalog sürecini fevkalade önemsiyorum.
İlk deneme 1991’e rastladı, Kürt sorunu DEP’li vekiller sayesinde Meclis zeminine taşındı. Açıkçası kamuoyu pek hazır değildi, DEP’liler de üniversite kantinindeki eylemciler kadar acemi davrandı.
Bir şans heba oldu, 30 bin hayata mal oldu.
Yıllar sonra bu kez DTP, Meclis’e girdi. Ortam 16 yıl öncesine göre çok değişikti.
MHP hiç tahrike kapılmadan DTP’nin elini sıktı. Türk Silahlı Kuvvetleri, sivil otorite ile birlikte hareket edeceği mesajını hiç tereddüde meydan bırakmayacak açıklıkta verdi. Ama iktidarla, sorunlu bölgenin vekilleri nedense (belki de Kürt oyları rekabeti yüzünden?) pek sıcak teması tercih etmedi.
Bu mesafeli politikanın bilinen tek istisnası Dengir Mir Mehmet Fırat (AKP) ile Ahmet Türk’ün (DTP) önceki hafta yedikleri yemek oldu. Peki masada ne konuşuldu?
Kürt sorunu mu, bölgenin geri kalmışlığı mı, eğitim ve sağlık sorunları mı, yetersiz yerel yönetimler mi?
Tabii ki hepsine değinildi ama ana gündem İmralı eksenliydi.
Ahmet Türk ve arkadaşları daha önce Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’e aktardıkları iddiaları Dengir Mir Mehmet Fırat ile paylaştı: Abdullah Öcalan’a işkence, eziyet yapıldığını ileri sürdü. Başbakan’dan yemekten 48 saat sonra yapacağı Diyarbakır gezisini "muhtemel tepkiler" nedeniyle ertelemesi istendi.
Böylece, "Bir şans daha tepildi" demesem bile en azından eksik/yetersiz kullanıldı.
Çünkü bir yandan sınır içi/ötesi harekát emirleri veren siyasi otoritenin... Diğer yandan, tam aksi yönde politikayla İmralı mahkûmunu muhatap alacak bir pazarlık başlatmasını beklemek abesti.
* * *
Haberlere göre, AKP ile DTP arasında ikinci tur yemekli görüşme söz konusu. AKP kulislerinde, bu kez işaret ve teşvikin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den geldiği bilgisi konuşuluyor.
Ama ilk tecrübeden sonra herkes temkinli yaklaşıyor:
AKP’nin Apo gündemli bir masaya oturmayacağı biliniyor.
Bu şans da kullanılmazsa ne olur? Önümüz kış ve baharda yerel seçim... Yani dağdaki silahlı eylem azalır... Ama ve lakin düzdeki seçim atmosferinde düşmanlık alır başını gider.
O yüzden haddimiz ve niyetimiz olmasa da, önerimiz basit.
Apo’nun durumu, AKP ve DTP görüşme masasında "neden" ve "önşart" olarak ele alınamaz.
Çünkü Apo’nun durumu, son 25 yıllık silahlı mücadelenin somut sonucudur.
Apo’nun İmralı’da yatmasına yol açan ortam ve nedenler ortadan kalkarsa...
Sonuçları da daha kolay ve medeni ortamda tartışılır hale gelir.
Habeas corpus
YAZIMA bu ilaveyi yapmadan önce Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin ile bir kez daha görüştüm.
Abdullah Öcalan’a İmralı’da kötü muamele ve işkence yapıldığı iddialarını ve kendisinin son derece kesin dille yalanlanmasını hatırlattım. "Sayın Bakan, aradan geçen zaman içinde size, iddiaları doğrulayacak yeni bilgi ulaştı mı?" diye sordum. Bakan Şahin, "Hayır" dedi ve ekledi: "Öcalan’a işkence ve kötü muamele iddiaları kasıtlı ve yalandır. Bahane olarak kullanılıyor."
Denilebilir ki, "Bu iddialar doğruysa ne olur?" Hemen söyleyeyim, ayıp olur. Başlıktaki Latince ifade, bizim imparatorluk tarihimiz kadar eski. Diyor ki, "Vücudun senindir"...
Yani mahkûmun fiziki varlığı, cezayı kesen devlete emanettir.
Bebek katili olması, cezasını adil çekmesine engel değildir.