ANKARA HEP söylerim; birisini itham için işaret parmağınızı sallarken, en az üç parmağınızın da sizi gösterdiğini sakın unutmayın.
Dışladığınız, kuşkulandığınız, hoşlanmadığınız, size sandığınızdan çok daha yakın çıkabilir. Hatta belki de sizden birisidir, kim bilir?
* * *
1961 yılında USAID için çalışmak üzere İstanbul’a gelen ABD’li çiftin oğlu, Robert Kolej’e yazıldı. Orta üçte okula gitmek için 22 veya 30 numaralı otobüsü kullandı. Yağışlı günlerde okulun Bebek kapısından kampusa kadar 1952 model Chevrolet taksiyle yolculuk etti.
İki yıl sonra ABD’ye geri döndü. Türkiye’deki eğitimi yaşıtlarına göre o kadar iyiydi ki sınıf atladı, 16 yaşında mezun oldu. Yale için başvurduğunda bir yıl beklemesini istediler.
Tekrar İstanbul’a döndü, Robert’in Yüksek Bölümü’ne girdi.
Artık yatılıydı. Tek ıstırabı Boğaz manzaralı odasında soğuk suyla tıraş olmaktı.
O yıl Amerikan Hastanesi’nde apandisit ameliyatı geçirdi.
* * *
Yale’de tarih okudu. Tezini, "Atatürk Devrimleri: 1923-1938" olarak belirledi.
Araştırma yapmak üzere ertesi yaz Türkiye’ye, eski okuluna döndü.
Hocası Vakur Versan’a başvurdu, "Efendim mümkünse tezim için İsmet İnönü ve Celal Bayar ile görüşmek istiyorum" dedi. Versan, kısa bir süre düşündü, "Aslında eski mezunlardan birisi CHP’nin önde gelen isimleri arasına girdi, bakalım yardımcı olabilir mi?" karşılığını verdi.
İki gün sonra hocasının önerdiği aracıyla Ankara’da telefonla konuştu.
Karşısındaki isim, Bülent Ecevit’ti.
Amerikalı tarih meraklısı, genç Ecevit’in sayesinde İsmet Paşa ile buluştu.
Boğaz manzaralı bir evde Paşa’dan, Cumhuriyet yasalarını dinledi.
Büyük dönüşümün nasıl olup da rejimi tehdit etmeden gerçekleştiği sorusuna yanıt aradı.
Tarih öğrencisi gencin şansı yaver gitti, Celal Bayar’la da görüşme fırsatını buldu.
ABD’ye döndü; okulunu bitirdi, yüksek lisans çalışmasını tamamladı.
1970 yılında evlendiğinde balayı için yine Türkiye’yi ve hatta eski kampusunu seçti.
Hocalarından birisi kilim toplamak için Anadolu’yu dolaşırken lojmanında kaldı.
İki hafta sonra eşiyle Şile’deki Kumbaba pansiyonuna geçti.
Yıllar sonra balayını, "yaşamının en romantik günleri" olarak hatırladı.
* * *
Türkiye meraklısı ABD’li genç, 1977 yılında Dünya Bankası’na girdi.
Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nde uzmanlaştı.
Ardından güney Balkanlar’ın, yani Romanya, Bulgaristan ve Hırvatistan’ın sorumluluğunu üstlendi.
Yani yine bizim coğrafyadan uzak kalamadı.
Son olarak 2003 yılında Türkiye direktörü olarak Ankara’ya atandı.
Sözünü ettiğimiz uluslararası memurun adı Andrew Vorkink’ti.
Vorkink üç hafta sonra Türkiye’den ayrılıyor, ama yine dönecek.
Seneye ya Boğaziçi veya Koç Üniversitesi’nde hocalık yapacak.
* * *
Andrew Vorkink’in hikáyesini neden aktardım?
Belki de sadece Türkiye değil çoğu gelişen ülkede yaygın olan, uluslararası memurlara duyulan kuşkuya aykırı bir örnek sergilediği için. Ama daha da önemlisi, gazeteciliği fikri bir mertebe, tavır uzmanlığı saymadığım ve güzel hikáye anlatma sanatı olduğuna inancım yüzünden yazdım.