Paylaş
Gazete başlıklarında 312 ve 5+5 gibi kodlardan farklı haberlere rastlamak fevkalade sevindirici... Örneğin hemen her gazete ekonomide İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana gözlenen en yüksek milli gelir kaybına dikkati çekiyor. Hatta bazı gazeteler daha da ileri giderek ekonomik küçülme ile cumhurbaşkanlığı seçimi arasında irtibat bile kuruyor... Siyasilere ‘‘Süleyman Demirel'i seçmekten vazgeçip kriz yaratırsanız, işler daha da kötüye gider’’ uyarısı yapılıyor...
***
Toplumsal bilinçaltımıza ‘‘Böyük Türkiye’’ mimarı olarak kazınan Cumhurbaşkanı'nın kaderini izninizle ayrı bir yazıya bırakalım.
Bunun yerine, gazetelerin ekonomik küçülme haberlerinde pek üstünde durmadıkları önemli bir altbaşlığı tartışalım... Şöyle ki; Türkiye geçen yıl fakirleşti, doğru... Ama nasıl ki büyüme dönemlerinde herkesin kazancı eşit artmadıysa, yoksulluğun yükü de eşit paylaşılmadı... Zaten hayatını idame sınırında yaşayan çoğunluğun kaybı, zengin azınlığa göre çok daha fazla oldu.
Gelir dağılımı adaletsizliği sadece büyürken değil küçülürken de etkisini gösterdi...
O yüzden ekonomik küçülmenin Türkiye'ye maliyetini anlamak için GSMH rakamını diğer ülke performansları ile kıyaslamak yetmez. Türk ekonomisindeki gelir uçurumunun derinliğini de aynı ölçüye vurmak zorunludur:
‘‘Dünya Bankası'nın 133 ülkedeki en fakir yüzde 20'nin milli gelirden aldığı pay ile en zengin yüzde 20'nin milli gelirden aldığı payı karşılaştırarak yaptığı sıralamaya göre, Türkiye dünyanın 133 ülkesi arasında gelir dağılımı en bozuk ilk 25 ülkesinin içinde yer alıyor. Kamuoyunda, ‘Kabile devleti' olarak adlandırılan Tanzanya, Uganda ve Ruanda gibi Afrika ülkelerinde dahi gelir dağılımı, Türkiye'den daha adil durumda. Örneğin, DİE'nin son olarak 1994 yılında yaptığı Hane Halkı Gelir Dağılımı araştırmasına göre, Türkiye'de en fakir yüzde 20'lik kesim milli gelirden yüzde 4.8 oranında, en zengin yüzde 20'lik kesim ise yüzde 54.8 oranında pay alırken, Tanzanya'da en fakir yüzde 20'lik kesim milli gelirden yüzde 6.9, en zengin yüzde 20'lik kesim ise yüzde 45.4 oranında pay alıyor.’’ (12.2.1998, UBA)
***
Küçülen ekonomi ve bazılarının diğerlerine göre daha hızlı fakirleşmesinin olası siyasi-toplumsal sonuçlarını şimdiden kestirmek oldukça zor...
Ama yoksulluğun yol arkadaşı terörün belki tanıdık, belki de farklı adlarla bir süre daha gündemde kalması yüksek ihtimal...
Şanlıurfa’da polisle çatışan ‘‘Vasat’’ örgütü militanlarıyla ilgili haberin kanıtladığı gibi... Vasat örgütü size pek tanıdık gelmeyebilir... Şahmerdan Sarı isimli 18 yıllık bir imam tarafından kurulan örgüt ismini ilk kez 14 Eylül 1997'de Gaziantep Ticaret ve Sanayi Fuarı'nda İncil satan bir standı bombalayarak duyurdu.
Küçük bir çocuğun ölümüne yol açan örgütün ismi kadar kullanılan bombanın cinsi de ilginçti... NATO bombasının örgüte Siirt'te görevli bir polis memuru tarafından verildiği ortaya çıktı.
Soruşturma derinleştikçe yeni bilgilere ulaşıldı... Örgüt, halen tutuklu bulunan Şahmerdan Sarı tarafından 1992 yılında yayınlanan Sahabe isimli derginin fikir ve görüşleri etrafında toplanan kişilerce kurulmuştu. 1996 yılında derginin adı Vasat dergisi olarak değiştirilerek, bu isim altında yapılanmaya gidilmişti.
Örgüt mensuplarına verilen ders notlarında ise Türkiye'nin ‘‘Dar-ül-harb’’ (savaş alanı) olduğu iddia edilerek, bu durumda, ‘‘Firavunlara memurluk yapmamak, okullarında okumamak ve askerlik yapmamak’’ propagandası yapılıyordu.
***
Daha düne kadar ismini duymadığımız bir örgüt, bugün sekiz silahlı militanıyla polisle çatışmaya giriyor, bir komiseri şehit ediyor...
Neden veya nasıl diye sorarsanız...
Belki isimler farklı... PKK, Hizbullah veya Vasat.
Ama fakirlik kalıcı olduğu sürece bataklık kurumuyor.
Paylaş