Paylaş
Oh yahu, rahatladım.
Doğrudan lafa girmenin faydası bu, gerisi kolay geliyor.
* * *
12 Eylül öncesinde sola karşı milliyetçiler devletin yanında yer aldı.İşledikleri suçlar o yüzden görmezden gelindi, korundu, kollandılar. Ama darbe sabahı derin devlet, ülkücüleri unuttu. Agâh Oktay Güner’in ünlü “Fikrim iktidarda, ben hapiste” lafı anlaşılır bir yanılsamadır.
Merhum yanıldı, çünkü devletlerin iç ve dış ittifakları kalıcı olamaz.
Nasıl ki 10 yıl önce az daha savaş açacağımız Suriye ile bugün sınır tanımayan komşuyuz... Son 20 yılda nefret-aşk trafiğinde baş döndüren gelgitler mi ararsınız, buyurun size örnekler:
* Süleyman Demirel ve rahmetli Bülent Ecevit 12 Eylül darbesinde hapis yattı. Ama 28 Şubat sürecinde birisi Cumhurbaşkanı diğeri Başbakan sıfatıyla, devletle omuz omza siyasi İslam’a karşı savaş verdi.
* Tansu Çiller, iktidarının ilk yılında, “Bu vatan için kurşun atan da yiyen de kahramandır” diyecek havadaydı. MGK’daki Kürt ölüm listelerine onay verdi. Ama iktidara “şerefsiz onbaşı” hakaretiyle veda etti.
Her iki örnekte de anlatmak istediğim aynı: Nereden nereye...
Veya kıssadan hisse:
Devletle hangi pozisyondayım demeyeceksin, ne zaman alta düşeceğim diye soracaksın. Hatta siyaseten alta düşünce, “Rejim elden gidiyor, nerede kaldı darbe, yetiş asker” diye çığlık atarak yardım arayacaksın.
İşte son 50 yıllık siyaset ezberi ve aydın olma rehberinin özeti budur.
Kontrgerilla, özel harp dairesi, seferberlik tetkik kurulu.
Artık adı neyse ne, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kimi haklı sebeplere dayanan yüksek paranoyası sonunda hâkim ve savcıları devletin yatak odasına soktu.
Derin arşivin eşkâli artık saklı değil, kopyası alınıyor.
Kimilerine göre -ki ilginçtir çoğu solculukta asker dayağı yemiş ama bugün iktidara karşı onlara sığınıyor- bu yatak odasına tecavüzdür. Sonunda kesinlikle kan dökülecek.
Diğerleri yatak odası muhabbetinin gelişeceği ve iktidarın derin devletin her zerresini teslim alacağına ilişkin kesin kanaat sahibi.
Bendeniz yukarıda sadece bir kısmını sıraladığım sayısız örnek yüzünden siyaset-derin devlet yakınlaşmasından korkanlardanım. İsmet İnönü’nün meşhur lafını “Devletle yatağa girilmez” diye anlayanlardanım. Çünkü bir kere vuslat olunca kimin kime benzeyeceği belli olmuyor. Ezcümle en beteri devletle seviyesiz birlikteliktir, muhterem.
Eğer öyleyse yandık
Önce Habertürk’te manşetti, ardından CHP lideri Deniz Baykal da aynı senaryoyu aktardı. Denilen o ki, birileri askeri aramış, “Karargâhtan sürekli bilgi sızdıran köstebek şu anda Bülent Arınç’la buluştu” diye haber uçurmuş. Askeri ekip yoldayken bu kez de polis aranmış, “Arınç’a suikast var” ihbarı yapılmış. Hem asker hem de polis yanlış ihbara kanıp Arınç’ın evinin önünde buluşmuş. İyi hoş da, Arınç o saatte ve günde, hatta hafta sonunda... Bırakın evinde oturmayı, Ankara’da bile değildi ki. Manisa’da seçim bölgesini geziyordu. Zaten o yüzden mesele ile fazla ilgilenemedi, telefonla kısa bilgi almakla yetindi. Kriz, Arınç Ankara’ya dönüp Emniyet’le görüştükten sonra tırmandı. Eğer bu ülkenin askeri istihbaratı, polisi, Başbakan Yardımcısı’nın nerede olduğunu bilmiyor, ihbar üzerine bile öğrenmeye üşeniyorsa... Kör uçuşla kafa kafaya geliyorsa hakikaten yandık.
Ama ben yine de inanmak istemiyorum.
İntikam
Hükümet, markette ilaç satışı kararını iktisaden ve tekeli kırma gerekçesiyle izah ediyor. Oysa kamuoyu açısından eylemci eczacılara karşı alınan bu kararın Tekel işçilerinin havuza dökülmesinden farkı yok.
Paylaş