IRAK'a Türk askeri yollanması kararının kamuoyunda;
1) Sadece o ülkede mevcut terör koşulları ışığında,
2) Yakın geçmişteki tezkere krizi ve benzeri hataların krampı/korkusuyla ele alınmasını -kabul etmesek bile- anlamamız mümkün, çünkü;
Evlatlarımızı neredeyse savaşta ölenlerden daha fazla sayıda ABD askerinin hayatını kaybettiği coğrafyaya göndermeyi tartışıyoruz.
Süleymaniye'deki özel timin başına çuvalın geçirilmesini hazmetmek için bir ay çok kısa süredir.
Karar süreci açısından bu kara delikleri anlıyoruz ve fakat fazla önemsemiyoruz, çünkü;
Irak'ta bugün için yükselme trendi sergileyen direniş yarın serbest seçimlerle ve ülkede ekonomik refahın artması halinde yumuşayabilir.
Süleymaniye'deki büyük hakarete rağmen Türkiye ile ABD'nin Irak'taki çıkarları zıt değil müşterektir.
Özetle gündelik reflekslerin esiri olursak...
Ya asker yollamak için öne sürülecek her güçlü tezi çürütecek ölçüde yakın tehditlere takılırız... Veya asker yollanmaması halinde kaçacak fırsatlar başımızı döndürür, tedbiri elden bıraktırır.
Gazete sütunlarına sıkışmaya mahkûm tartışmaların gündelik kurlara göre yön bulması doğaldır. Ne var ki Türkiye'nin Irak politikasının asker yollama ipoteğine kilitlenmesini de çok sakıncalı buluyoruz.
O yüzden bu haftaki analizimizi muhtemelen hem asker yollama yanlısı, hem de karşıtı olanları kızdırabilecek eksende, hatta zaman ve mekándan biraz bağımsız kılıyoruz.
* * *
Moda deyimiyle Birinci Dünya Savaşı öncesi statükoya döndüğümüze göre, yüz yıl önceki bölgesel koşulları hatırlamakta yarar var.
Afganistan, Hindistan'ı işgal eden İngilizlerle, sıcak denizlere kapı arayan Rusya arasındaki edebi dile ‘‘Büyük Oyun’’ diye geçen güç savaşının cephe ülkesiydi... Sınır komşusu İran'ın kuzeyi Rus nüfuz bölgesi, güneyi İngilizlere teslim, Tahran'ın gücü sadece ülkenin orta şeridinde geçerliydi. Irak malum Osmanlı toprağıydı...
Ve böylece geliyoruz Babıáli'ye... İngilizler Rusların güneye sızmasına son engel olarak gördükleri ‘‘hasta adamı’’ ayakta tutmaya çalışıyordu... Osmanlı-Rus harpleri bitmek bilmiyordu.
Gelin aynı coğrafyaya yüz yıl sonra bakalım.
Afganistan ve Irak, ABD işgalinde, İran'da rejim can çekişiyor.
Peki ya Türkiye'nin yeri neresi, ne yapmalı?
Gelin birkaç soruyla zihin açalım...
Eğer 19'uncu yüzyılın hegemon gücü İngiltere'nin yerini almaya aday ABD, Rusya'yı yeniden güneyinden kuşatmak istiyorsa, bu amacına Kuzey Irak'taki Kürtlerle mi, yoksa Türkiye Cumhuriyeti ile mi daha kolay ulaşır; ikinci seçenekte Kürdistan paranoyası biraz yersiz değil mi?
Eğer Irak'ta yönetim güneydeki Şii Araplara kalırsa, Türkiye'nin güneyinde İran-Irak-Suriye-Lübnan Şii ekseni kurulmaz mı?
Eğer Şii çemberi tehdit ise Irak'ın sadece merkezine hákim Sünni Araplar, Türkiye'nin orta ve uzun vadeli tek müttefiki sayılmaz mı?
Eğer Sünni Araplar bu ortak çıkarın bilincine varırsa bugün için taşıdığı risk açısından şeytan üçgeni diye andığımız görev bölgesi Türk askeri için düşman toprağı olmaktan çıkmaz mı? Türk askeri, Sünni Araplar tarafından işgalci değil, tam tersine dost kuvvet olarak algılanmaz mı?
Bu soruların içinde saklı yanıtların bir bölümü bugün için hayal sayılabilir... Ama zaten derdimiz de tartışmayı ‘‘asker yollayalım, hayır yollamayalım’’ kısırdöngüsünden kurtarmaya çalışmaktan ibaret.