Paylaş
Zaten küçükken de pek yavaş tepki verirdim...
Sınıfta parmak kaldırırken, kızlara yaklaşırken, arsada top oynarken hep biraz geride dururdum. Çocukluğumda bu halimi zeká derecemle izah edenler azınlıkta değildi... İlk gençlik günlerinde eşim ‘‘kişilik zaafiyeti’’ teşhisi koydu, tedavisini mümkün görmedi.
Yine de orta yaşa kadar dayanabildim, diğer olgun, akil ve tabii ki yavaş adamların arasına/arkasına saklanma fırsatını buldum.
Bilemezsiniz bir zamanlar nasıl kıskanırdım...
En karışık matematik problemlerinin sonucunu on saniyede -çoğu kez yanlış da olsa- haykıranlara... Okulun en güzel kızı tarafından ayaküstü terslenme şansına erişenlere... Siyaseten en dangalak pozisyonu, en kısa zamanda bulabilenlere... En üfleme manşeti yazdıracak cehalet ve cesarete sahip olanlara hayrandım. Onlar -yani benim gibi birkaç zavallıdan başka herkes- eylem adamıydı.
* * *
Hem gördünüz mü ben size bunları anlatana kadar eylem adamları/kanaat önderleri yine Avrupa adaylığının en özet ve çarpıcı yanını bulup çıkardılar, hatta tartışmayı noktalayıp dosyayı rafa kaldırdılar...
Rakı masasının süsü soğanlı arnavutciğeriyle, Arjantin biranın mezesi kokarecin Avrupa Birliği'ne girdiğimizde yasaklanacağı haberi milletimizi ciğerinden vurdu, haklı infiale yol açtı.
Ortaköylü kokareççilere iş arandı, milliyetçi mezeciler Avrupa'ya verilen bu tavizi kabul edilemez buldu. Allah'tan meselenin aslında bilgi eksikliğinden kaynaklandığı anlaşıldı. Avrupa'nın kokoreç yasağı gibi bir kaprisi bulunmadığı ortaya çıktı...
Ama yine de eylem adamı mütefekkir Türkler'in, daha Avrupa'ya aday gösterildiğimiz ilk günden itibaren neden uymamız gereken yasak aradığı sorusu yanıtsız kaldı. Sahi yıllardır girmek için uğraşıp didindiğimiz Avrupa'ya aday gösterildiğimiz gün nimetlerden söz etmek yerine niçin yasaklardan korktuk ki... Herhalde alışkanlıktan olsa gerek...
Neyse felsefeyi bir yana bırakıp, öykümüze devam edersek...
Madem ki kokoreç serbestti, o zaman ne yasaktır diye etrafımıza bakar olduk. Avrupalı saydığımızda kurban kesmekten vazgeçmemiz gerektiğini keşfedip rahatladık. Aslında bu kadar düşünüp yorulmamız da gereksizdi... Yıllardır Avrupa'da yaşayıp, Kurban Bayramı'nda banyo küvetinde koyun katlinde ustalaşan gurbetçi vatandaşlara sorsaydık, zulmün derecesini hemen öğrenirdik.
Hem belki aynı gurbetçi sahibi olduğu döner büfesinde hazırladığı cacık soslu sandviçlerin Almanları nasıl mest ettiğini de anlatırdı...
* * *
Ukalalık saymayın ama artık öğrensek diyorum ...
Avrupa Birliği gibi büyük organizmalar yasakla idare edilemez...
Aksine alabildiğine özgürlük ve rekabet sütunları üstünde yükselir...
Avrupalı Türk sakatatını yasaklamak yerine Türk dönerini standarda bağlayıp Avrupa masasına eklemeyi yeğler...
Lahmacun ve pizzayı aynı masaya davet eder...
O yüzden Avrupa'ya aidiyetin nimeti külfetinden kat kat üstündür, bu bir. Avrupa ile entegrasyon sosyal, ekonomik ve politik bir bütündür, bu iki... Avrupa'ya uzanan ince ve uzun yolda erken öten horozların nefesi çabuk tükenir, bu da üç. Zihnen doğuştan mütekait bir horozdan söylemesi.
Paylaş