Cumhuriyet'in daha ilk yılları. Rejim yeni ve yerli arayışındaydı.
Gazi Paşa sofra sohbetlerinde ‘‘Her alanda yeniliği başardık, musiki hariç’’ diye yakınmaktaydı. Ama fazla beklemesi gerekmedi.
14 Ocak 1930 günü huzura çıkan Zeynel Abidin Bey yeni bir çalgıyı Cumhurbaşkanı'na tanıttı. Alüminyum gövde ve ahşap sapıyla biraz udu andıran bu çalgının sesi çok gürdü. O tarihte elektronik ses düzeni olmadığı için çalgının sesinin uzaktan duyulması önemliydi.
Zeynel Abidin Bey'in oğlu Cemal'in sergilediği performansı çok beğenen Atatürk -aile tarihine göre- hemen o anda yeni çalgının adını koydu:
- Bu çalgı hangi meclise girse etrafa neşe saçar. Adı cümbüş olsun.
Zeynel Abidin Bey o kadar gururlandı ki, dört yıl sonra soyadı yasası çıktığında Cümbüş'ü aile adı olarak seçti.
COŞKUN SABAH'IN UDU KAYAHAN'IN SİYAH GİTARI
Cümbüşün ilk yılları pazarlama açısından inanılmaz bir başarı öyküsü sergiledi. Alüminyum gövde seri üretime uygundu.
Sapının sökülmesi nakliye açısından büyük avantajdı, böylece Anadolu'nun en uzak yörelerine bile ulaşabildi.
Gerçi cümbüş satışlarında rakam çok büyük değildi ama aile de kanaatkárdı... ‘‘Babamız Naci Bey İkinci Dünya Savaşı'nda haftada bir cümbüş satsalar bile ailenin tüm ihtiyaçlarının karşılandığını anlatırdı’’ diye aktarıyor ailenin dördüncü kuşak yöneticisi Fethi Cümbüş.
Ne var ki müzikte modanın fazla uzun ömürlü olmadığı bir kez daha kanıtlandı... ‘‘Coşkun Sabah'ı hatırlıyor musunuz?’’ diye soruyor Fethi Cümbüş ve sanırız lise yıllarından kalma bir hatırasını anlatıyor:
‘‘Coşkun Bey aslında çok iyi cümbüş çalar, hatta babamızın iyi dostudur. Kasedinde uduyla Rodrigo'nun gitar konçertosunu çaldı. İşte o kasedin sayesinde ud merakı tekrar canlandı. Ud modası yayılırken cümbüş satışları yüzde 30 geriledi.’’
Ama Fethi Cümbüş'e göre gençlerin tercihinin uddan gitara dönmesi de uzun sürmedi: ‘‘Baktık ki gençler, çocuklar dükkana geliyor, ‘Siyah gitar var mı?' diye soruyor. Önce anlamadık, sonra küçük bir çocuk ‘Abi Kayahan'ınki gibi istiyorum, onun gibi olacağım' deyince meseleyi kavradık. Meğer millet Kayahan'ın siyah gitarıyla çektiği klibini izlemiş.’’
Bu arada cümbüş sevdalıları için iyi bir haberimiz de var... Son beş yılda cümbüş modası yeniden yayılıyor.
YABANCI ORTAĞA YANIT: SAZA TEŞVİK VERMEYİZ
Cümbüş ailesi önce Beşiktaş, ardından Beyazıt'ta dükkan açtı, son adresine yani Zeyrek'e 1963 yılında taşındı. Naci Cümbüş Bey o tarihte alışılmadık ölçüde büyük bir dükkan tuttu, içine harcama yaptı.
Düşünün ki, o tarihte dükkana harcanan 100 bin lirayla Silivri'de bir otel, Şişli'de büyük bir arsa alınabiliyordu. Bu kadar büyük yatırım bir de yabancı sermaye ortaklığı ile nereye gelebilirdi diye düşünmek de lazım.
Aslında Cümbüş Aile şirketi 1970'lerde dünya müzik devi Yamaha ile ortaklığın kıyısından döndü. Fethi Cümbüş anlatıyor:
‘‘1970'lerde Merter'deki fabrikamızda Yamaha ile ortaklık kurma noktasına geldik. Japonları ikna ettik, işlemler tamamlandı, iş sadece hakkımız olan teşvike geldi. Ama Milliyetçi Cephe iktidarı bu teşviki vermedi. Bize yollanan yanıtta ‘Saza teşvik yoktur' denildi.’’
Cümbüş ailesinin dördüncü kuşağıyla vedalaşırken, beşinci kuşağı soruyoruz. Ali Cümbüş, ‘‘Benimki daha dokuz aylık’’ diye geçiştiriyor, Fethi Cümbüş, ‘‘Benimki 13 yaşında, aslında ticarete meraklı ama bu işe girer mi? Bilmem ki?’’ diyor.
Oyuncakçı zincirine 5 bin darbuka sattı
Müzik aletleri ithalatı 1980'lerde serbest kalmadan önce Cümbüş Ailesi için üretim ve dış ticaret hesabı yapmak kolaydı: ‘‘3 bin cümbüş üretirdik, binini yurtdışına satar, karşılığında keman akordeon, melodika, flüt gibi aletler getirirdik. Ama bugün özellikle dolar kuru düştükten sonra ihracatta çok zorlanıyoruz. İthalatsa inadına ucuzladı, Çin gitarları 20 dolardan bile ucuz. Dolayısıyla yerli üretimin bir anlamı kalmadı. ’’
Ailenin dördüncü kuşağı hem ciroyu yükseltmek hem de ihracattaki tıkanıklığı aşmak için çareyi darbukada buldu: ‘‘Yunanistan'a darbukayı soktuk, tabii ki dümbeleki dediler. Üstüne davul da verdik, o da davuli oldu. Ama nazar değmesin darbuka ihracatı çok iyi gidiyor. Son olarak büyük bir oyuncakçı zincirine beş bin darbuka yolladık.’’ Son olarak rakam meraklıları için bir dipnot. Cümbüş Ailesi'nin 20 yıl önceki ve bugünkü satış rakamlarını karşılaştıralım:
Cümbüş: 3 bin adet (20 yıl önce de aynıydı.)
Darbuka: 20 bin adet (20 yıl önce yok gibiydi.)
Gitar: 4 bin adet (20 yıl önce bin adetti.)
Mandolin: 2 bin 500 adet (20 yıl önce 10 bin adetti.)
Kılıç ustasıydı cümbüşü yarattı
Cümbüş'ün yaratıcısı Zeynel Abidin Bey icat ettiği çalgının adına yakışır renk ve tempoda yaşam sürdü.
Genç yaşta Üsküp'ten İstanbul'a göçtüğünde mesleği kılıç ustalığıydı, tıpkı babası gibi silah üreticisiydi.
Ne var ki Çanakkale Savaşı Zeynel Abidin'in kariyer çizgisini tamamen değiştirdi.
Aile tarihine göre savaşta yeterince ölü gördüğüne inanan Zeynel Abidin, İstanbul'a döndüğünde silaha tövbe etti.
Şansını müzik aletleri üretiminde denedi. Önce hem ud, hem de keman gibi çalınan bir enstrüman üretti, ardından çocukla birlikte sapı da büyüyen parçalı keman ve mandolini...
Ama başarıyı cümbüşle yakaladı.
Zeynel Abidin'in yaratıcılığı kadar pazarlama dehası da ünlüydü. Daha 1930'lu yıllarda logosunu ihmal etmedi, sayısız yabancı fuara katılıp ödül aldı.
Dokuz kez nikah kıyan Zeynel Abidin, eski fotoğraflarından anlaşıldığı kadarıyla giyim kuşamına düşkündü, yakasından karanfili eksik etmezdi.