ANKARABU pazar günü, yazıya ölümcül hastalık teşbihiyle başlamak istemezdim.
Ama AKP’nin halini tarife başka misal bulamadım.
İktidar partisi, 14 Mart tarihinde açılan kapatma davasında ölümcül hastalığa yakalanan (ve şifa dilediğimiz) hastalara çok benzer tepkiler gösterdi:
1) Önce inkár etti... Böyle bir davanın açılamayacağını düşündü, iddianamenin Anayasa Mahkemesi’nden dönmesine umut bağladı.
2) Sonra öfke nöbetleri geçirdi... "Neden hep bizim başımıza geliyor?" sorusu ve Anayasa’yı değiştirerek parti kapatmayı önleme planı bu evreye rastladı.
3) Ardından içe kapanma (depresyon) dönemi geldi. Başbakan dış gezileri iptal etti, AKP sadece kapatma gündemine odaklandı, mahkemeye savunma hazırlandı.
4) Son evrede, yani yakın zamanda AKP durumunu kabullendi. Eğer kapatma mukadderse kalan süreyi en iyi şekilde kullanmaya karar verdi.
Ve bu son evredeki icraatlar AKP kapatma davasındaki havayı aniden değiştirdi!
* * *
Kapatma davasından hemen sonra ABD Büyükelçiliği’ne davet edilen AKP’nin önde gelen isimlerine yöneltilen soruyu daha önce bu köşeye taşımıştım. (22 Nisan 2008)
Büyükelçi Ross Wilson, Salih Kapusuz ve 3 vekil arkadaşına sordu:
"Kapatma davası sizce dış politikadaki önemli dosyaları nasıl etkiler? 1) Kıbrıs’ta ne olur? 2) Irak’ta ne yaşanır? 3)Ermenistan politikası değişir mi?"
Gelin bugünü, Büyükelçi’nin üç sorusu ekseninde analiz edelim.
Kıbrıs’ta tek devlete her zamankinden daha yakınız.
Ermenistan’la gizli görüşmeler 8 Temmuz’da İsviçre’de başladı.
Kürt liderlerle MGK onaylı ilişki kuruldu, Başbakan Irak’ı ziyaret etti.
Gerçi Büyükelçi merak edip sormamış, ama Afganistan’ı da ekleyelim.
Türkiye, Afgan ordusuna savaş eğitimi amaçlı katkısını artırıyor.
Demek ki ABD Büyükelçisi’nin endişesinin aksine... Kapatma davası AKP’yi uluslararası küresel düzenden kopartmadı, hatta tam aksine, üstüne düşenleri yerine getirme konusunda ateşledi.
O yüzden ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi, Demokrat Parti’nin önemli ismi (ve yeni sefirin hamisi) Marc Parris’in AKP’nin kapatılmayacağı umudunu bizlerle paylaşmasına şaşmamalı.
Küresel sermayenin kontrolüne geçen mali piyasaların "kapatmama" ihtimaline oynayarak ralliye yönelmesi de sürpriz sayılmamalı.
* * *
Ama AKP’nin dışarıda uyguladığı bu taktiği içeride denediğini söylemek zor. Dava açıldığı günden itibaren parti yönetimi vaktini bu işin arkasındaki esrarengiz muhatabı aramakla geçirdi.
Komutanlarla temas etti, mahkemeyi yokladı, işadamlarını aracı tuttu.
Tabii ki sonuç alamadı... Halbuki tıpkı dış kamuoyunda yaptığı gibi içeride de güven yaratma yoluna gitseydi, bugün belki çok farklı noktada olurduk.
Ertuğrul Özkök’ün dün ve önceki günkü yazılarını AKP’nin içeriye dönük güven yaratma rehberi gibi okudum, katılıyorum. Hatta daha da ileri gidiyorum. Eğer AKP, hükümet ve parti yönetiminde acil bir revizyona giderse, Anayasa Mahkemesi kararının nasıl etkileneceğini bile merak ediyorum.