Paylaş
Ben beşini seçtim...
1) MARVEL: DOĞRU İÇERİK, DOĞRU BİLEŞİM
İster televizyon kanalı, ister dergiler, isterse dijital yapımcılar olsun içerik üreten şirketlerin başarısında en kritik etken, toplumun nabzını tutarak hangi içeriğin popülerleşeceğini kestirebilmektir. Kökeni 1939'a dayanan, 1961'de bugünkü adını alan Marvel on yıllardır bunu istikrarlı bir şekilde yapıyor. İçerik üreticileri kadar medya stratejisi ve pazarlama pratikleri de örnek gösteriliyor. Ancak bence bu şirketin asıl büyük başarısı, farklı yaratıcıların imza attığı içeriklerini yıllar içinde kendisine ait bir evren (Marvel Universe) içinde birbirleriyle buluşturabilmekte, uyumlulaştırabilmekte gizli. Örümcek Adam'dan Kara Panter'e uzanan süper kahramanlar dizisinden, zamanın ruhuna en uygun "takımları" çıkarıp en doğru zamanda sahaya sürüyorlar. Son olarak gişede Avengers'ın kırdığı rekoru yine bir Marvel eseri olan Deadpool 2'nin geride bırakması bu başarının ürünü. Çizgi romanın kağıt sayfalarını beyaz perde üzerinden oyun sektörü ve e-perakende dahil dijital mecralara muazzam bir ticari başarıyla taşıdılar, eminim bir gün VR ortamlarda da milyonlara ulaşacaklar.
2) FACEBOOK: MASAÜSTÜNDEN MOBİLE
"Dijitalde doğan Facebook, dijital dönüşümde neden örnek gösterilsin" dememek lazım. Bu soruyu soran biri, birkaç yıl öncesine kadar "Facebook mobil dönüşüme ayak uyduramaz, yerini bir başka sosyal ağa bırakabilir" tartışmasını hatırlamıyor demektir. Masaüstü bilgisayarlar için tasarlanmış bir site olarak doğan Facebook, 2010'ların başından itibaren mobil dönüşüme beklenenden çok daha iyi uyum sağlayarak bugünlere ulaştı. 2015'e gelindiğinde Facebook artık bir "mobil şirket" olarak tanınıyordu (ki aynı yıl Google da arama sonuçlarında mobili öne çıkarmaya başlamıştı). Facebook mobil kullanıcıları (örneğin akıllı telefon uygulaması) önceliklendirmekle kalmadı, Instagram'ı da satın alıp mobil reklam mecrası olarak bir numaraya oturdu.
3) NETFLIX: FİZİKSELDEN DİJİTALE
Herhalde en zor dönüşüm, bütünüyle fiziksel bir işin, bütünüyle dijital hale getirilmesidir. Netflix bunu başardı. 1999'da uygun fiyatlara DVD kiralama hizmeti olarak işe başlayan Netflix, evlere postayla DVD gönderirdi. ABD'de 10 yıl içinde 50 tane bölgesel depoyu da içeren dev bir lojistik ağı kurdular. Şubat 2007'de bir milyarıncı DVD'yi eve postalasalar da, JP Morgan, DVD postalama işi dışında "ikinci bir iş" yaratamazlarsa Netflix'in batacağını öne sürerek şirketin kredi notunu düşürdü. İşte Netflix böyle zorlayıcı şartlarda bir video akış (streaming) şirketine dönüşmeye başladı. İlk dönemindeki lojistik yeteneğini şimdi dijital veri analizine dayanan, kişiselleştirilmiş öneri motorunu da içeren yeni yeteneklere dönüştürmüş durumda. Başkalarının içeriklerini dağıtarak kazandığı parayı altı yıldır kendi orijinal içeriklerini üretmeye yatırarak egemenliğini pekiştiriyor. Bu yıl sonuna kadar Netflix'in orijinal içerik sayısının 1000'i aşması bekleniyor ve bu süreçte tüm dünyada TV işini de dönüştürüyor.
4) SPOTIFY: YENİDEN PAKETLEME
Dört yıl önce bu köşede, yeni medyanın kapalı paketleri açtığını ve açık olanları yeniden paketlediğini yazmıştım: Yani gazete sayfası veya müzik albümü gibi eski paketlerin içeriklerine artık tek tek erişmek mümkündü; ama bir yandan da bu içerikler farklı şekillerde, kişiselleştirilmiş olarak yeniden paketleniyordu artık. Bu yıl halka açılarak 26.6 milyar dolarlık bir piyasa değerine ulaşan Spotify bu sürece bence en iyi örnek. İsveç'ten bir müzik akışı (streaming) uygulaması olarak çıkan bu şirketin ilk değer önerisi, istediğiniz şarkıya, istediğiniz zaman ve istediğiniz yerden ulaşabilmeniz üstüne kuruluydu. Albüm denen paketler böylece parçalandı. Fakat Spotify bugün aynı zamanda yeni paketlerin (kendi yaptığı paketlerin) mecrası, öyle ki bugün bu platform üzerindeki dinlemelerin yüzde 68'i playlistler üzerinde gerçekleşiyor ve bunların yüzde 31'ini Spotify kendisi hazırlıyor ("Haftalık Keşif" gibi). Kişiselleştirme algoritmalarının yanı sıra gerçek insanlardan oluşan uzmanlarıyla hazırlıyor bu listeleri Spotify... Bu dijital dönüşümle birlikte pasif bir müzik kutusundan, insanların dinleme deneyimlerinin aktif bir şekillendiricisine dönüşüyor.
5) LEGO: TOPLULUK KURMA VE MODLAMA
Kullanıcıların oluşturduğu topluluklara, bu toplulukların yarattığı içeriğe (UGC), modlara ve klonlara dayanan başarılı şirket ve ürünlere çok sayıda örnek verilebilir. Mesela dijital oyun deyince bugünlerin furyası olan Fortnite aslında PlayerUnknown's Battlegrounds (PUBG) oyununun bir klonu iken, PUGB'nin kendisi de İrlandalı grafik tasarımcı Brendan Greene'in 2013 yapımı ARMA 2 oyununu modlamasıyla oluşturulmuş ve 2017'de piyasaya çıktığı ilk üç ayda 100 milyon doları aşkın gelir yaratmıştı. Yayıncılıktaki "hayran kurguları" (fan fiction) ve müzikteki remiksler gibi, dijital oyun sektöründe de modlar var ve kapsamları diğer sektörlerden çok daha geniş. Ben bunca örnek arasında LEGO'yu bu listeye yazmak isterim. 1949'dan beri yapı blokları üreten Danimarka merkezli bu oyuncak firması 2004'te iflasın eşiğindeydi. O kriz günlerinde hayatta kalmak için bir dijital dönüşüm programını hayata geçirdiler. O güne kadar ellerinde olan tasarım araçlarını dijital ortamda hayranlarına açtılar. Böylece herkes internet üstünde kendi LEGO'larını tasarlayabilmeye başladı. Bir yandan kendilerini bir öğrenme ve gelişim şirketi olarak sunmaya başlarlarken, bir yandan da hayranlarının LEGO tasarlayıp satabildiği mikro işletmeler kurmasına destek verdiler. Bugün animasyon filmler, mobil oyunlar ve daha birçok ek gelir kaynağı ile toplam 3.8 milyar dolar cirolu bir devler.
Not 1: "Counter Strike" adlı modlanmış versiyonu tarihin en çok oynanan oyunlarından olan Half Life'ın yaratıcısı Valve şirketi bir oyun yapımcısı olarak kurulsa da, Steam ürünüyle birlikte dünyanın en büyük oyun dağıtıcısına dönüşmüştü. Steam ve medya dışından birkaç örneği daha önce bu köşede yazmıştım:
Not: 2: Bu listede Disney'in yer almamasının tek sebebi, bu şirketin yukarıdaki beş alanın hemen hemen hepsinde başarılı olması, fakat tek tek bakıldığında hiçbirinde yukarıdaki örnekler kadar öne çıkmaması. Yoksa özellikle birinci ve beşinci maddede Disney'in başarısı yadsınamaz.
EN ÇOK ABONE KAZANDIRAN İÇERİKLER
Geçen ay burada bahsettiğim INMA'nın aboneliğe dayalı yayıncılık zirvesine katılan 150'yi aşkın medya temsilcisine göre en çok abone kazandıran beş içerik kategorisi:
1- Araştırmacı gazetecilik
2- Köşe yazıları
3- Siyaset
4- Sağlık
5- Ekonomi
YENİ MEDYA İLETİŞİM AĞI’NDA BU HAFTA: ASILSIZ HABERLER
Kadir Has Üniversitesi Yeni Medya bölümünün ev sahipliğinde önceki hafta yapılan asılsız haberle mücadele yuvarlak masa toplantısında gazeteciler, akademisyenler, hukukçular ve Facebook yetkilileri bir araya geldi.
Gazetecilik öğrencileri, iletişimcilik profesyonelleri ve akademisyenlerle oluşturduğumuz Yeni Medya İletişim Ağı'nda da geçen hafta bu konuyu tartıştık. (Siz de bu bilgi paylaşım ağına katılmak isterseniz, bana bir e-posta göndermeniz yeterli: ekizilkaya@hurriyet.com.tr )
Gelen yorumlarda kritik bir nokta, asılsız haberler konusunda birincil sorumlunun kim olduğu? En büyük kabahat sosyal medya platformlarında mı, gazetelerde mi?
Örneğin Onur Avcı, Ürdün'de Akabe limanında kontrollü yapılan yıkımın, roket saldırısı olarak Twitter'da paylaşıldığını hatırlatarak sosyal medyanın rolüne dikkat çekti. Kürşat Dinç ise geleneksel medyanın sorunun merkezinde yer aldığını belirterek "Güç karşısında gerçeği söyleyemeyip ezilip yalanlar söyleyen bir basın zaten başlı başına asılsız/yalan/sahte haberler mecmuasıdır" diye yazdı.
Belki de asıl sorun, kullanıcıların kendisinde. Yalan söyleyen, gerçekleri çarpıtan, manipule eden birileri her zaman her yerde bulunabilir. Asıl önemli olan işin üretim tarafı değil, dağıtım tarafı; yani ister geleneksel ister yeni medya olsun dağıtım ağlarının kötü niyetli içerikleri viralleştirmemesi, teşvik etmemesi.
Nitekim Teyit.org temsilcilerinin paylaştığı bilgiye göre internet ortamında yayılan asılsız haberlerin üçte ikisi Facebook başta olmak üzere sosyal ağlar üzerinden, üçte biri ise haber siteleri üzerinden yayılıyor.
Yeni Medya İletişim Ağı'na gelen diğer yorumlarsa özetle şöyle:
Merve Özkan: İnsanlar günümüzde artık araştırmaktan çok uzaktalar. Okuduklarını, duyduklarını veya gördüklerini sorgulamadan kabul ediyorlar. Ancak şöyle bir ironi var ki, insanlarımız her duyduğuna inanırken basına olan güven de neredeyse yok olmak üzere. Tabii sadece bu noktada vatandaşların da araştırma yapması yetmiyor. Meslektaşlarımızın da mesleki etik kurallarını yerine getirerek ve gazeteciliğin esaslarına dayanarak haber yapması gerekiyor. Sosyal medyaya gelirsek, elinin altında akıllı telefon olan her insan bu mecralara ulaşıp düşüncelerini paylaşabiliyor. Ancak çoğu zaman sosyal medya çok kolay bir şekilde propaganda aracı haline gelebiliyor. Örneğin, dünyanın bir ucunda yaşanmış bir olayın fotoğrafını paylaşıp üzerine afilli birkaç yazı yazarak günümüzde yaşanmış bir olayda çekilen fotoğrafmış gibi bunu insanlara çok kolay bir şekilde sunabiliyorlar. Buna daha öncesinde çok şahit olduk. İnsanların yalan haber yapmasını engellemek çok zor olsa da zannımca toplumumuzda yaşayan her vatandaş kendini geliştirmekle mükelleftir. Okuduğu bir haber ya da sosyal medyadaki bir post kendini görüşünü savunuyor diye inanmamalı, araştırmalı ve objektif olmalı. Ancak böylelikle yalan/asılsız/ sahte haberlerin itibarını yok edebiliriz.
Sait Burak Ütücü: Konuyu medya üzerindekileri etkilerinden ele aldığımız takdirde Facebook ve Twitter’dan kaynaklanan asılsız/yalan/sahte haberlerin medya üzerinde etkileri özellikle Gezi’den sonra hissedilmiştir. İlk güçlü (olumlu/olumsuz tartışılır) etkisi son senelerde yaşanan, Gezi, yolsuzluk, terör saldırıları vb. olaylar ve davalarda, basın yasağı denilen “bilgi kirliliğini (!)” önlemek adıyla yapılan basın sansürüdür. Kamuoyu ve medya arasında duvar çekilmesine sebep olan bu durum, kamuoyu nezdinde ise medyaya olan güvenin sarsılmasına sebep olmuştur. Günümüz medyasında servis edilen haberin aslına/asılsızına karar vermek haberin türüne göre değişim gösteriyor. Rutin haberlerin editörler tarafından mübalağa söz sanatıyla donatıldığı, yapılan özel haberlerin de kaynaklarının, servis edilecek kurum tarafından denetlenme seviyesine göre haberin aslına ulaşabiliyoruz. Haberin gerçeğinin denetlenme mekanizması ve okuyucudan ziyade haberi yapan gazetecinin medya okuryazarlığına kalan bir durumla karşı karşıyayız.
Neslihan Öncül: Yalan/asılsız haber ile herhangi bir ürünün reklamı mahiyetinde kurgulanmış metin arasında fark var mı bilemiyorum ama “sağlık” bu konuda çok yoğun bir bombardımana maruz kaldığımız bir alan... Montajlanan görüntülerin yayımlandığı haber görünümlü reklamlar eksik olmuyor.
Selma Kara: Ben günümüzde asılsız haberleri bilme ihtimalimiz konusunda daha şanslı olduğumuzu düşünüyorum, sosyal medyanın da bundaki katkısı yadsınamaz bence. Bardağın boş tarafı elbete oldukça boş ama böyle de dolu bir tarafı var. Geçmişte insanlar yalan haberleri yıllar sonra gazetecilerin itiraflarından ya da anı kitaplarından öğreniyordu, en azından şimdi yalansa da çok geçmeden öğrenme şansımız var. Tabii bu yalan ya da asılsız haber olsun manasına gelmiyor. Bence de teyit.org çok önemli bir oluşum, Doğruluk Payı keza aynı şekilde. Yalan haberden kaçınacak olan okur ya da tüketici olacaksa, ki öyle bu tarafın biraz bu konuda eğitime ihtiyacı var. Gözlemlediğim kadarıyla belli bir yaş üstü hemen inanmayı seçmiyor, hayat tecrübesinden olsa gerek biraz daha sorgulayıcı bakıyor, eğitim çağında olanlar (üniversite de dahil) manipülasyona e daha açık. O nedenle medya okur yazarlığı derslerinin hakkınca verilmesinin olumlu olacağı kanaatindeyim, elbette şu an olan şekliyle değil.
Paylaş