Paylaş
Geçen haftaki yazıda gazeteciliğin yeniden tanımlanmasıyla ilgili tartışmalara değinmiş, sizden de kendi gazetecilik tanımınızı göndermenizi istemiştim.
Okurlarımızdan Gökhan Korkmaz şu tanımı gönderdi: "Gazetecilik toplumun çıkarlarını düşünerek, etik kurallara uygun, şeffafa yakın bir şekilde hukukun dışına çıkmadan tüm kişi, kurum ve kuruluşlara mesafeli olup gerçekleri yazmaktır."
Denizli İhracatçılar Birliği Genel Sekreterliği'nden Fatih Kömürcüoğlu ise şu tanımı yapmış: "Gazeteci, yanlış bir iş gördüğünde re'sen harekete geçen bir savcıdır önce. Delilleri titizlikle toplayan kolluk kuvvetidir. Tüm tarafları dinleyen hakimdir. Ama kararı, hükmü asla kendi vermez, halka bırakır."
Sizlerden gelen bu tanımlar üzerine, geçen haftaki yazımın bittiği yerden devam edebiliriz.
Yazının sonunda, "Belki de gazeteciliğin yeni bir tanımdan çok, geçmişte olduğu gibi bugün de toplumun gönülden inanacağı ilmek ilmek işlenmiş yeni bir hikayeye, yeni bir mitolojiye ihtiyacı var" demiştim.
İşte o hikaye ve o mitoloji, Gökhan Bey'in "toplumun çıkarı" vurgusunda ve Fatih Bey'in gazeteci ile adalet kurumları arasında kurduğu bağda kökenini buluyor.
Türk toplumunun ortak bilincinde bu bağ hiçbir zaman çok kuvvetli olmadı, 1980'lerden itibaren iyice zayıfladı.
ABD ve Avrupa'da da son on yıllarda bir zayıflama söz konusu ama bugünlerde bu bağı yeniden güçlendirmeye yönelik girişimler sıklaşmış durumda.
* * *
Hollywood'a bakın: Hala gösterimde olan The Post'tan geriye sarsanız gazeteciliği yücelten, önemini anlatan onlarca harika film bulursunuz (kendi en iyiler listemi bu yazının en sonuna koydum).
Bu filmler geniş kitlelere gazeteciliği farklı yönleriyle gösterdi, önemini anlattı ve en önemlisi sevdirdi.
Gerçek bir olaya (Pentagon Dosyaları) dayanan The Post'ta halkın süregiden savaşla ilgili bilgi edinme hakkını korumak için, rakibi New York Times'a yayın yasağı getirilmesine rağmen, üstelik halka açılma sürecinde olduğu halde Washington Post gazetesi, büyük paralar kaybetme ve hatta kapatılma riskine rağmen gazeteciliğini yaptığı için kahramanlaştırılıyor.
"Hâlâ hükümetlerin gazetelere neyi yayınlayıp neyi yayınlayamayacağını söylediği bir çağdaysak gazeteler zaten tarih olmuş demektir" yargısına varan filmdeki gazeteciler, "Haber yapma hakkını elde etmenin tek yolu haber yapmaktır" diyerek düğmeye basar ve sonuçta ABD Yüksek Mahkemesi'nin "Basın özgürlüğü anayasayla koruma altındadır. Basın yönetenlere değil, yönetilenlere hizmet etmektedir" kararıyla demokrasiyi kurtarırlar.
Hollywood'da gazeteci imgesi onlarca yıldır saygın bir konumdadır.
Sadece The Post gibi tarihi olaylara dayanan filmlerdeki gerçek karakterleri düşünmeyin.
Süpermen ve Örümcek Adam gibi iki fantastik kahramanın da "sivil" hayatlarında gazeteci olduğunu hatırlayın.
* * *
Hasan Fehmi Bey'den Ahmet Taner Kışlalı'ya, Abdi İpekçi'den Hrant Dink'e, Uğur Mumcu'dan Metin Göktepe'ye, halkın haber alma hakkı için canını vermiş onca gazetecinin yetiştiği bir ülke olan Türkiye'de "kültür endüstrisi" bu anlamda Hollywood'un yanında sınıfta kalıyor.
Hem hayal gücümüzü hem de gerçekleri estetik bir dille anlatma irademizi kaybetmiş gibiyiz.
Uzlaşma (1991) ve Press (2010) gibi belgesel/si eserleri bir kenara koyarsak Yeşilçam'da gazeteciliğin bir demokrasi için önemini sürükleyici bir hikaye, ilgi çekici bir tarzla anlatan, klasikleşmiş bir eser en azından ben bilmiyorum.*
Evet; "Uçan Daireler İstanbul'da" (1955) filminde Edirne'de görülen uçan dairelerin peşine takılan gazetecinin öyküsü yer yer komik.
İzmir Ateşler İçinde'de (1959) İngiliz Kemal, Amerikalı bir muhabirin yerine geçip Yunan karargahına girerken bazen heyecanlandırıyor.
Sen Alın Yazımsın'da (1972) babasının zorla evlendirdiği kız ve onu kaçıran gazetecinin öyküsü kısmen ilginç.
Tamam; Gece Yarısı'nda (1984) seri cinayetlerin, Kıskaç'ta (1986) uyuşturucu mafyasının peşine düşen baş karakterler de gazeteci...
Fakat tüm bu örnekler içinde, -belki 'Vatandaş Rıza'daki (1979) haber müdürünün, "Ben verdikleri parayı alır da susarsam bu suça katılmış olurum" diyen haber şefine, "Yaz be. Kovulursak bir meyhane açar, hem içer hem satarız" dediği bölüm dışında- gazeteciliğin esaslarına dair akılda kalan hemen hiçbir şey yok.
Hollywood kurgusal dünyadaki gazeteciliği dahi gerçek dünyada kültürel tartışmalara döndürebilirken (mesela The Atlantic'te "Örümcek Adam'ın gazeteciliğe yaklaşımı etik midir" sorusunun tartışıldığı bir yazı bile çıkmıştı), Türkiye bu alanda da toplumsallaşma açısından güdük ve sığ kaldı.
* * *
Halkın haber alma hakkına tutarlı ve kararlı bir şekilde sahip çıkmayı sürdürdüğü için her dönem hapse girmeyi başaran Ahmet Şık gibi gazetecilerin aylardır demir parmaklıklar arasında olduğu ülkemizde..
* Kadir Has Üniversitesi'nin son araştırmasına göre medya yüzde 37 ile en az güvenilen kurum, vatandaşların yüzde 37'si hiç gazete okumuyor ve ancak yüzde 1'i gazeteciliği prestijli bir meslek olarak görüyor. (Bunun nedeni, Türkiye'de gazetecilerin yüzde 99'unun aslında gazetecilik falan yapmaması olabilir tabii)
* Edelman Trust Barometer'in 10 ülkede yaptığı araştırmaya göre gazeteciliğe güven açısından Türkiye son sırada.
Oysa örneğin ABD'de yapılan son araştırmalar, halkın büyük bölümünün, kritik konularda en çok haber kuruluşlarına güvendiğini ortaya koyuyor, ama bir başka araştırmaya göre Amerikalıların yüzde 39'u, "ulusal güvenlik" gibi konularda hükümet izni olmadan haber yapılamayacağına inanıyor.
Yani gazeteciliğin on yıllardır Hollywood tarafından en iyi örneklerini de içeren gerçek olaylar, Oscarlı yıldızlar ve harika bir görsellikle anlatıldığı ABD'de bile kamuoyu "hikayenin önemini" tam kavramış değil.
Önceki yazının sonundan bağlarsak: Öncelikle gazetecilik yaparak ve sonrasında yeni bir gazetecilik hikayesini topluma en yaratıcı, en etkili şekilde ve sürekli anlatarak demokratik toplumu güçlendirebiliriz.
Buna mesela Cem Yılmaz, sihirbaz ve halı satıcısından sonra bir de gazeteci hikayesi anlatarak başlasa, izlemez misiniz?
İzlediğim en iyi 5 gazetecilik filmi
1- The Paper (1994): Günlük gazete yapım sürecine dair detayları da veren, yer yer çok eğlenceli, Oscarlı oyuncularla dolu ve aslında epey gerçekçi bir film. "Tanrı bizi ünlemsiz başlık atmaktan korusun" cümlesiyle hatırlıyorum hep.
2- The Post (2017): Gazeteciliğin en idealize, ama aynı zamanda tarihe en sadık şekilde sunulduğu filmlerden... Şimdiden klasikler arasına girdi.
3- All the President's Men (1976): Bu film aslında tarihsellik olarak The Post'un bittiği yerden başlıyor, yani Watergate Skandalı üzerine... Gazetecilik jargonuna, yolsuzlukları araştırmak için "Follow the money" (parayı takip et) sloganını sokan film...
4- Capote (2005): Truman Capote'yi canlandıran Philip Seymour Hoffman'un olağanüstü oyunculuğu bir yana... Film, Capote'nin farklı bir gazetecilik metodolojisiyle (belki Yaşar Kemal röportajlarına benzetilebilir) bir taşra kasabası cinayetini soruşturması ve kendi ifadesiyle "kurgu-dışı roman" yazım sürecini ele alıyor.
5- Spotlight (2015): Boston Globe'un 2003'te Pulitzer kazanmasını sağlayan Katolik Kilisesi'ndeki pedofili vakaları konulu soruşturmasını anlatan bir film ve yine Michael Keaton var!
BONUS: Tabii bunlar sadece benim izlediklerim, izlemediğim daha birçok güzel film olabilir, atladıklarımı ekizilkaya@hurriyet.com.tr adresine gönderebilirsiniz. Bu arada biraz da belgesel izlemek isteyen olursa, New York Times'ın dijital dönüşümüne dair "Page One" (2011), ABD medyası Irak'ta savaşı haberleştirirken aynı mekandan bambaşka açılar sunan Al Jazeera gazetecilerini anlatan "Control Room" (2004) ve tarihin en nevi şahsına münhasır gazetecilerinden olan Hunter S. Thompson'ı konu alan "Gonzo" (2008) tavsiye listeme eklenebilir.
* Araştırırken bu konuya dair Gubse Tokgöz imzalı bir yazıya ve bu yazıda bahsi geçen Doç. Dr. Mehmet Sağnak'ın “Amca Size Gazeteci Diyebilir Miyim?” adlı kitabına rastladım, gazetecileri konu alan tüm Yeşilçam filmleri hakkında detaylı bilgiler oradan bulunabilir.
Paylaş